Haberleri yeniden yazmayacağım. Google geçtiğimiz günlerde yeni telefonlarını duyurdu. Yeni Google telefonları Pixel ismiyle anılıyor ve önceki Nexus modellerine göre daha pahalıya satılıyor. Bunun yanında bu modeller özellik olarak daha iddialı, ayrıca sadece Pixel cihazlara özgü bazı yazılımsal özellikler var artık. Zaten başlıktaki "Google bize ne etti?" sorusunun cevabı da burada gizli.
Android telefon piyasasında Google'ın önceki cihazlarını saymazsak hemen her telefon kendi üreticisinin geliştirdiği (veya cihazlarına yüklemek için lisansını satın aldığı) bazı yazılımsal özelliklerle gelir. Yani çoğu markalı telefon standart Android'in üzerine birşeyler koyar. Tabi bu hep olumlu yönde olmaz ama sonuçta bir fark vardır. Android'e bir sürümde eklenen bazı özellikler genelde bir önceki sene Samsung, LG gibi markaların tepe modellerinde gördüğümüz özellikler oluyor. Tabi bu özellikler Google tarafından verilince tüm cihazlara geliyor, bir markayla sınırlı kalmıyor. Mesela ekran bölme özelliği önceden sadece Samsung'da vardı bildiğim kadarıyla, artık Android 7 kullanan tüm telefonlarda olacak. Tabi Android sürümlerini ilk alan telefonlar Nexus'lar olduğundan bu nimetlerden de en fazla ve en hızlı onlar yararlanıyordu.
Google yeni telefonlarında işte bu dengeyi bozdu. Yeni telefonlarıyla yeni bir strateji izlemeye başlayan Google artık tıpkı diğer üreticiler gibi telefonlarına "kendine has" özellikler ekleyecek. Bu özellikler sadece Pixel telefonlarda çalışacak. Önceden bu böyle değildi, mesela Samsung kullanıcısı da Google'ın standart Android yazılımlarını kullanabiliyordu (istisnalar hariç), ama mesela Samsung'un kendi yazılımı başka markaya yüklenmiyordu. Şimdi Google da tıpkı Samsung, LG veya HTC gibi yazılımları kendine has yapacak, sadece kendi cihazları kullanacak.
Şimdi mesela ücretsiz bir uygulamayı veya hizmeti düşünün. Amatör proje filan işte. Sonra bu çok tutunca geliştiricisi bunu ücretli yapmaya karar veriyor, ama tabi herkese bunu dayatamıyor. Ücretsiz sürüm aynen devam ediyor ama özellikleri kırpılıyor, en güzel özellikler sadece ücret ödeyen "premium" müşterilere özel oluyor. Google'ın Android'e yaptığı da aynen budur. Bazı özellikler sistemin içinde var (veya gerekli donanım var), ama sadece Pixel'de çalışıyor. Standart Android o ücretli uygulamanın ücretsiz "kırpılmış" versiyonu gibi oldu artık.
İşin bir de ironik kısmı var. Google üreticileri standart Android'in fazla dışına çıkmamaları, herşey için kendi yazılımlarını kullanmamaları konusunda yönlendiriyordu. Hatta çoğu üretici 2016'da çıkardığı telefonlarda kendine has bazı yazılımlardan vazgeçip Android'in içinde gelen standart işlevleri tercih etmeye başlamıştı. Google diğer firmalara bunu öğütlerken kendisi tam tersini yapmaya başladı. Mesela Android'in bir kamera uygulaması var, ama Pixel'in kendine has, daha gelişmiş bir kamera uygulaması var. Neden farklı uygulama kullanılıyor? Android'in kamera uygulaması yetersiz mi? Eğer öyleyse ve elinde daha iyisi varsa neden herkese sunmuyorsun bunu?
Herkese sunsun diyorum ama esas kastettiğim Nexus kullanıcıları. Zira geçen sene veya önceki sene hiç de makul olmayan fiyatlar ödenerek alınmış olan Nexus 6, Nexus 6P ve Nexus 5X modelleri şu an üvey evlat durumuna düştü. Önceki modeller zaten eskimişlerdi, ama bu üç model hala güncel donanıma sahip ve mükellef telefonlar, kullanıcı sayısı da az değil.
Benim düşündüklerimi elbette Google'ın yöneticileri de düşünmmüşlerdir, bunun getiri ve götürülerini hesaplamışlardır. Ancak telefonunu her yenilediğinde tercih listesinin ilk sırasına güncel Nexus modelini koyan kullanıcıların şimdi de koşa koşa Pixel almaya gideceklerini düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Şimdi biraz daha fazla para kazanmak için yapılan bu sistem değişikliği uzun vadede pahalıya patlayabilir. Diğer yandan, Google saf Android'le gelen ve hızlı güncellenen uygun fiyatlı telefon açığını (böyle bir ihtiyaç var sonuçta) Android One platformunun sınırlarını biraz daha genişleterek kapatmak isteyebilir. Ne olacağını göreceğiz, ama mevcut durumda Google kimseyi mutlu etmiyor, edemiyor.
13 Ekim 2016 Perşembe
24 Nisan 2016 Pazar
Birbirini yiyen teknolojik cihazlar
Teknolojik ürünlerin diğer teknolojik ürünlerin fonksiyonlarını üstlenmesi olayına gıcık oluyorum.
Yakınınızdaki bir teknoloji mağazasına gidin. Etrafa şöyle bir bakın. Ürün çeşitliliğini (daha doğrusu ürün tipi çeşitliliğini) inceleyin. Sonra mesela 15 sene önceki durumu aklınıza getirin. O reyonlarda önceden neler vardı? Televizyonlar medya oynatıcıların (bizim gibi zaten DVD filan almayan fakir ülkelerde DVD oynatıcıların) fonksiyonlarını üstlendi. Artık teknoloji mağazalarının yarısı televizyondan ibaret, ama güzel bir medya oynatıcı almak isteseniz bulmakta zorlanıyorsunuz. Üreticiler neden böyle şeylerle uğraşsın ki, her televizyon bu işi yapıyor zaten.
Eskiden ayrı kartlarda olan fonksiyonlar artık anakartlara entegre geliyor. Bunun sonucunda mesela artık ethernet kartı diye birşey neredeyse kalmadı. Hala var ama ancak anakartındaki ethernet çıkışı bozulanın alacağı çöp ürünler var. Bu konuda teknolojik bir ilerleme bile yok neredeyse. Ses kartı için de aynı şey geçerli. Eskiden bu ürünlerde rekabet vardı, sürekli gelişiyordu. Anakarta entegre olunca gelişim durdu. Başka etkenler de var tabi ama sonuçta AR-GE maliyetli birşey, çoğunluk da anakarta dahili olanla yetinince kimse daha iyisini yapmak için uğraşmıyor. Benim korkum ekran kartlarının da bu trende kurban gitmesi. İşlemciye dahili GPU olayına fena yükleniyorlar. Yakında böyle giderse Nvidia filan da GPU üretimini bırakır.
En boktanı da cep telefonları. Cep telefonları MP3 oynatıcıları, kompakt fotoğraf makinelerini, video kameraları, navigasyon cihazlarını ve tabletleri yedi resmen. Yedi ve hazmetti. Şimdi de bilgisayarları yiyorlar. Ya önceden MP3 oynatıcı sektörü vardı. Creative, Sandisk, iRiver filan vardı. Sürekli yeni model çıkardı. Şimdi hepsi bitti. Hala birşeyler var ama ya çok düşük profil ürünler (Goldmaster filan) var, ya da işin manyaklarına hitap eden çok pahalı ürünler var. Eskiden kompakt fotoğraf makineleri vardı mesela, o da bitti. Ciddi firmalar amatör makinelerde de rekabet ederlerdi. Baya güzel ürünler de çıkıyordu. Şimdi 3 sene öncekiyle bugünkü ürün neredeyse birbiriyle aynı, çünkü zaten kimse almıyor. Telefonlar yetiyor fotoğraf çekmeye. Video kamera için de aynı şey geçerli. Tabletler akıllı telefonlardan sonra çıktı belki, ama güzel bir üründü tablet. Telefon onu da yedi. Şu anda piyasada ya çocuğa çizgifilm izletmelik çöp tabletler, ya da her bütçeye uygun olmayan iPad gibi pahalı ürünleri buluyorsunuz. Tablet sektörü "iPad ve çöpler" modunda şu anda.
Akıllı telefonlar şimdi de bilgisayarları yiyor. Henüz tam yemedi belki ama köşesinden kemiriyor işte. Hani işi teknoloji dünyasının devlerine bıraksak sadece telefon satacaklar bize. Hayvan gibi pahalı olacak ama her işimizi görecek. Niyetleri bu. Eninde sonunda da olacak, kaçış yok. Oyunları telefonda oynayacağız, hatta telefonu televizyona bağlayıp oynayacağız. Konsollar da bitecek yani. Bilgisayar kullanmayacağız, telefonla halledeceğiz herşeyi. Yeni yeni popülerleşen VR olayını bile telefona bağlayacaklar (Samsung gibi), görürsünüz. Hatta bunun sonrasında VR sistemiyle herkesin kafasına takılan cep telefonlu kendi ekranı olacak, televizyonlar da bitecek. Telefonlar teknoloji dünyasının içine sıçtı, şimdi de sıvayacak.
Tabi cihaz sayısının azalması tüketici açısından avantajlı görünüyor. Lakin bir cihaz başka bir cihazın fonksiyonlarını ele geçirince fiyatı artıyor. Üst seviye cep telefonlarında 3000 lira fiyat etiketi görünce şaşırmaz olduk. Mükellef bir bilgisayar parası veriyoruz, hiç rahatsız olmuyoruz. Zira o ufacık aletin içinde bir fotoğraf makinesi, bir medya oynatıcı, hafif bir oyun konsolu ve basit işleri yapacak bir bilgisayar var. İyi de, bunlar ayrı ayrı ürünler, üstelik telefon çoğu zaman bu işlerin hiçbirini tam olarak yapamıyor, yarım yamalak yapıyor. Biz telefonla bu işi halledebildiğimiz için sevinip kusurları görmezden geliyoruz. Sonra tüm bu fonksiyonlar yüzünden telefonlara pil dayanmıyor. Babamın ilk cep telefonu Motorola'ydı, yanında yedek pille geliyordu, çünkü tek pil bir güne yetmiyordu. Şu anda mevcut telefonların durumu da böyle. Üstelik telefonun pili bitince o cihaza entegre diğer özelliklerden de mahrum kalıyoruz. Benzer şekilde, telefon bozulursa yolda kalıyoruz. Yani cebimizde acaip bir cihaz taşıyoruz ama o cihaza birşey olunca hiçbirşey yapamaz oluyoruz.
Lütfen, rica ediyorum, artık teknolojik ürünler birbirlerinin fonksiyonlarına göz dikmesin. Telefon telefonluğunu bilsin, fotoğraf makinesini rahat bıraksın. Televizyon sadece televizyon olsun. Anakartlar zaten can çekişen masaüstü PC sektörünün içine etmesin iyice. Üreticilerin bize dayattığı herşeyi tek cihaza toplama olayına direnebildiğimiz kadar direnelim. Aksi halde gidişat iyi değil. Teknoloji zaten hayatımıza iyice entegre olmuş durumda. Onu da tek cihaza bağlayınca hepten Samsung'a, Apple'a, Google'a filan bağlı yaşayacağız.
Yakınınızdaki bir teknoloji mağazasına gidin. Etrafa şöyle bir bakın. Ürün çeşitliliğini (daha doğrusu ürün tipi çeşitliliğini) inceleyin. Sonra mesela 15 sene önceki durumu aklınıza getirin. O reyonlarda önceden neler vardı? Televizyonlar medya oynatıcıların (bizim gibi zaten DVD filan almayan fakir ülkelerde DVD oynatıcıların) fonksiyonlarını üstlendi. Artık teknoloji mağazalarının yarısı televizyondan ibaret, ama güzel bir medya oynatıcı almak isteseniz bulmakta zorlanıyorsunuz. Üreticiler neden böyle şeylerle uğraşsın ki, her televizyon bu işi yapıyor zaten.
Eskiden ayrı kartlarda olan fonksiyonlar artık anakartlara entegre geliyor. Bunun sonucunda mesela artık ethernet kartı diye birşey neredeyse kalmadı. Hala var ama ancak anakartındaki ethernet çıkışı bozulanın alacağı çöp ürünler var. Bu konuda teknolojik bir ilerleme bile yok neredeyse. Ses kartı için de aynı şey geçerli. Eskiden bu ürünlerde rekabet vardı, sürekli gelişiyordu. Anakarta entegre olunca gelişim durdu. Başka etkenler de var tabi ama sonuçta AR-GE maliyetli birşey, çoğunluk da anakarta dahili olanla yetinince kimse daha iyisini yapmak için uğraşmıyor. Benim korkum ekran kartlarının da bu trende kurban gitmesi. İşlemciye dahili GPU olayına fena yükleniyorlar. Yakında böyle giderse Nvidia filan da GPU üretimini bırakır.
En boktanı da cep telefonları. Cep telefonları MP3 oynatıcıları, kompakt fotoğraf makinelerini, video kameraları, navigasyon cihazlarını ve tabletleri yedi resmen. Yedi ve hazmetti. Şimdi de bilgisayarları yiyorlar. Ya önceden MP3 oynatıcı sektörü vardı. Creative, Sandisk, iRiver filan vardı. Sürekli yeni model çıkardı. Şimdi hepsi bitti. Hala birşeyler var ama ya çok düşük profil ürünler (Goldmaster filan) var, ya da işin manyaklarına hitap eden çok pahalı ürünler var. Eskiden kompakt fotoğraf makineleri vardı mesela, o da bitti. Ciddi firmalar amatör makinelerde de rekabet ederlerdi. Baya güzel ürünler de çıkıyordu. Şimdi 3 sene öncekiyle bugünkü ürün neredeyse birbiriyle aynı, çünkü zaten kimse almıyor. Telefonlar yetiyor fotoğraf çekmeye. Video kamera için de aynı şey geçerli. Tabletler akıllı telefonlardan sonra çıktı belki, ama güzel bir üründü tablet. Telefon onu da yedi. Şu anda piyasada ya çocuğa çizgifilm izletmelik çöp tabletler, ya da her bütçeye uygun olmayan iPad gibi pahalı ürünleri buluyorsunuz. Tablet sektörü "iPad ve çöpler" modunda şu anda.
Akıllı telefonlar şimdi de bilgisayarları yiyor. Henüz tam yemedi belki ama köşesinden kemiriyor işte. Hani işi teknoloji dünyasının devlerine bıraksak sadece telefon satacaklar bize. Hayvan gibi pahalı olacak ama her işimizi görecek. Niyetleri bu. Eninde sonunda da olacak, kaçış yok. Oyunları telefonda oynayacağız, hatta telefonu televizyona bağlayıp oynayacağız. Konsollar da bitecek yani. Bilgisayar kullanmayacağız, telefonla halledeceğiz herşeyi. Yeni yeni popülerleşen VR olayını bile telefona bağlayacaklar (Samsung gibi), görürsünüz. Hatta bunun sonrasında VR sistemiyle herkesin kafasına takılan cep telefonlu kendi ekranı olacak, televizyonlar da bitecek. Telefonlar teknoloji dünyasının içine sıçtı, şimdi de sıvayacak.
Tabi cihaz sayısının azalması tüketici açısından avantajlı görünüyor. Lakin bir cihaz başka bir cihazın fonksiyonlarını ele geçirince fiyatı artıyor. Üst seviye cep telefonlarında 3000 lira fiyat etiketi görünce şaşırmaz olduk. Mükellef bir bilgisayar parası veriyoruz, hiç rahatsız olmuyoruz. Zira o ufacık aletin içinde bir fotoğraf makinesi, bir medya oynatıcı, hafif bir oyun konsolu ve basit işleri yapacak bir bilgisayar var. İyi de, bunlar ayrı ayrı ürünler, üstelik telefon çoğu zaman bu işlerin hiçbirini tam olarak yapamıyor, yarım yamalak yapıyor. Biz telefonla bu işi halledebildiğimiz için sevinip kusurları görmezden geliyoruz. Sonra tüm bu fonksiyonlar yüzünden telefonlara pil dayanmıyor. Babamın ilk cep telefonu Motorola'ydı, yanında yedek pille geliyordu, çünkü tek pil bir güne yetmiyordu. Şu anda mevcut telefonların durumu da böyle. Üstelik telefonun pili bitince o cihaza entegre diğer özelliklerden de mahrum kalıyoruz. Benzer şekilde, telefon bozulursa yolda kalıyoruz. Yani cebimizde acaip bir cihaz taşıyoruz ama o cihaza birşey olunca hiçbirşey yapamaz oluyoruz.
Lütfen, rica ediyorum, artık teknolojik ürünler birbirlerinin fonksiyonlarına göz dikmesin. Telefon telefonluğunu bilsin, fotoğraf makinesini rahat bıraksın. Televizyon sadece televizyon olsun. Anakartlar zaten can çekişen masaüstü PC sektörünün içine etmesin iyice. Üreticilerin bize dayattığı herşeyi tek cihaza toplama olayına direnebildiğimiz kadar direnelim. Aksi halde gidişat iyi değil. Teknoloji zaten hayatımıza iyice entegre olmuş durumda. Onu da tek cihaza bağlayınca hepten Samsung'a, Apple'a, Google'a filan bağlı yaşayacağız.
24 Şubat 2016 Çarşamba
Hafızada yer yok! - Telefonlardaki dahili bellek çıkmazı
Önce telefon üreticilerine, ondan sonra da Google'a, hatta ucundan uygulama geliştiricilere giydiresim var.
Şimdi, flash yongaları boyuna ucuzluyor, ama telefon üreticileri hala 8GB, 16GB gibi komik büyüklükte (küçüklükte de diyebiliriz) depolaması olan telefonlar yapıyor. 32GB standart olması gerekirken hala opsiyon, daha üzeri ise lüks sayılıyor. Sırf segmentasyon olsun diye aynı telefonun 16GB ve 32GB modelleri arasında ciddi fiyat farkı oluyor, halbuki en hızlı flash yongaların bile maliyeti o farkın 5'te 1'i filan.
Tabi hal böyle olunca biz de hafıza kartına güveniyoruz, daha doğrusu güvenmek istiyoruz. Bu sefer de Android'in kısıtlamaları çıkıyor önümüze, üstüne bir de uygulamaların saçmalıkları sıkıntı yaratıyor. Tamam, fotoğrafları ve medya dosyalarını hafıza kartında depolayabiliyoruz. İyi de, artık uygulamalar da çok yer kaplıyor. Kıçı kırık mesajlaşma uygulaması yüzlerce MB yer işgal edebiliyor. Önbelleği, arabelleği, kayıtları, arşivleri filan derken tek yaptığı internet üzerinden mesaj ve fotoğraf göndermek olan bir mobil uygulama neredeyse bir CD büyüklüğünde yer kaplıyor telefon belleğinde. Bunların bir kısmını hafıza kartına aktarmak mümkün. Ancak tamamı aktarılamıyor, üstelik nedense hafıza kartına aktarınca uygulamanın kapladığı toplam alan büyüyor. Mesela uygulama 100MB yer kaplıyorsa bunun 50MB kısmını hafıza kartına aktarınca bu sefer telefon belleğinde 70MB kalıyor. Şişiyor yani sebepsiz şekilde. Hadi buna da razı olduk diyelim, bu sefer de o uygulamayı her güncellediğimizde hafıza kartına taşıma işlemini tekrardan yapmamız gerekiyor, çünkü güncelleme sırasında uygulama tekrardan telefon belleğine kuruluyor.
Android 6 ile birlikte Adoptable Storage diye bir özellik geliyor. Bu özellik sayesinde yukarıda yazdığım tüm sorunlar (teoride) çözülüyor. Telefona takılan hafıza kartı EXT4 formatında şifreli olarak formatlanıp sistem belleğinin bir parçası haline getiriliyor. Uygulamalar onun üzerine kurulabiliyor (tamamen), yani depolama sıkıntısı ortadan kalkıyor. Tabi hızlı hafıza kartları kullanılması lazım, yoksa telefon yavaşlar. Lakin telefon üreticileri bu özelliği sunmakta biraz çekingen davranıyorlar. Zira böyle bir özellik insanların sadece 16GB daha yüksek cihaz belleği için 500 lira vermesini saçma hale getirecek. Haliyle devre dışı bırakıveriyorlar bunu. Samsung engelliyormuş mesela. Üstelik Google'ın bunu tavsiye ettiğini söylüyorlarmış. Bu özelliğin performansı düşürdüğünü, bu yüzden Google'ın "mümkünse kullanmayın" dediğini ileri sürüyorlarmış. E tamam da, Google tavsiye etmeyecekse neden yeni işletim sistemine bu özelliği ekledi? Böyle saçmalık olur mu?
Tamam, hafıza kartları dahili bellek kadar hızlı değil. En hızlı olanlar bile çok geride kalıyorlar. Performans düşüşleri yaşanacaktır. Ancak bunun da çaresi var. Uygulama geliştiriciler eğer isterlerse uygulamaların sadece açılışta okunan, performans gerektiren kısımlarını sistem belleğinde tutup fuzuli kısımlarını daha yavaş olan hafıza kartında tutabilir, böylece performans sıkıntısı yaşanmadan ucuza geniş kapasite kullanılabilir. Tabi bunu asla yapmayacaklar, en azından telefon üreticileri depolama alanını segmentasyon için kullandıkça bu bir şekilde engellenecek.
Google'ın bu işe el atıp bu sorunu çözmesi gerekiyor. Ya uygulamaları küçültsünler, ya da telefon belleklerini arttırsınlar. Tabii ki Google tek başına bunu yapamaz, ama üreticileri ve uygulama geliştiricileri bu yönde teşvik edebilir. Aksi halde daha senelerce 8GB telefonlar göreceğiz vitrinlerde.
Şimdi, flash yongaları boyuna ucuzluyor, ama telefon üreticileri hala 8GB, 16GB gibi komik büyüklükte (küçüklükte de diyebiliriz) depolaması olan telefonlar yapıyor. 32GB standart olması gerekirken hala opsiyon, daha üzeri ise lüks sayılıyor. Sırf segmentasyon olsun diye aynı telefonun 16GB ve 32GB modelleri arasında ciddi fiyat farkı oluyor, halbuki en hızlı flash yongaların bile maliyeti o farkın 5'te 1'i filan.
Tabi hal böyle olunca biz de hafıza kartına güveniyoruz, daha doğrusu güvenmek istiyoruz. Bu sefer de Android'in kısıtlamaları çıkıyor önümüze, üstüne bir de uygulamaların saçmalıkları sıkıntı yaratıyor. Tamam, fotoğrafları ve medya dosyalarını hafıza kartında depolayabiliyoruz. İyi de, artık uygulamalar da çok yer kaplıyor. Kıçı kırık mesajlaşma uygulaması yüzlerce MB yer işgal edebiliyor. Önbelleği, arabelleği, kayıtları, arşivleri filan derken tek yaptığı internet üzerinden mesaj ve fotoğraf göndermek olan bir mobil uygulama neredeyse bir CD büyüklüğünde yer kaplıyor telefon belleğinde. Bunların bir kısmını hafıza kartına aktarmak mümkün. Ancak tamamı aktarılamıyor, üstelik nedense hafıza kartına aktarınca uygulamanın kapladığı toplam alan büyüyor. Mesela uygulama 100MB yer kaplıyorsa bunun 50MB kısmını hafıza kartına aktarınca bu sefer telefon belleğinde 70MB kalıyor. Şişiyor yani sebepsiz şekilde. Hadi buna da razı olduk diyelim, bu sefer de o uygulamayı her güncellediğimizde hafıza kartına taşıma işlemini tekrardan yapmamız gerekiyor, çünkü güncelleme sırasında uygulama tekrardan telefon belleğine kuruluyor.
Android 6 ile birlikte Adoptable Storage diye bir özellik geliyor. Bu özellik sayesinde yukarıda yazdığım tüm sorunlar (teoride) çözülüyor. Telefona takılan hafıza kartı EXT4 formatında şifreli olarak formatlanıp sistem belleğinin bir parçası haline getiriliyor. Uygulamalar onun üzerine kurulabiliyor (tamamen), yani depolama sıkıntısı ortadan kalkıyor. Tabi hızlı hafıza kartları kullanılması lazım, yoksa telefon yavaşlar. Lakin telefon üreticileri bu özelliği sunmakta biraz çekingen davranıyorlar. Zira böyle bir özellik insanların sadece 16GB daha yüksek cihaz belleği için 500 lira vermesini saçma hale getirecek. Haliyle devre dışı bırakıveriyorlar bunu. Samsung engelliyormuş mesela. Üstelik Google'ın bunu tavsiye ettiğini söylüyorlarmış. Bu özelliğin performansı düşürdüğünü, bu yüzden Google'ın "mümkünse kullanmayın" dediğini ileri sürüyorlarmış. E tamam da, Google tavsiye etmeyecekse neden yeni işletim sistemine bu özelliği ekledi? Böyle saçmalık olur mu?
Tamam, hafıza kartları dahili bellek kadar hızlı değil. En hızlı olanlar bile çok geride kalıyorlar. Performans düşüşleri yaşanacaktır. Ancak bunun da çaresi var. Uygulama geliştiriciler eğer isterlerse uygulamaların sadece açılışta okunan, performans gerektiren kısımlarını sistem belleğinde tutup fuzuli kısımlarını daha yavaş olan hafıza kartında tutabilir, böylece performans sıkıntısı yaşanmadan ucuza geniş kapasite kullanılabilir. Tabi bunu asla yapmayacaklar, en azından telefon üreticileri depolama alanını segmentasyon için kullandıkça bu bir şekilde engellenecek.
Google'ın bu işe el atıp bu sorunu çözmesi gerekiyor. Ya uygulamaları küçültsünler, ya da telefon belleklerini arttırsınlar. Tabii ki Google tek başına bunu yapamaz, ama üreticileri ve uygulama geliştiricileri bu yönde teşvik edebilir. Aksi halde daha senelerce 8GB telefonlar göreceğiz vitrinlerde.
Etiketler:
adoptable,
android,
marshmallow,
microsd,
storage
10 Ocak 2016 Pazar
Volkswagen skandalına teknik bir bakış
Dostoyevski, umutsuz
yaşamak hayattan istifa etmektir der. Volkswagen bir süredir
otomobil üretiminde liderliğe oynuyordu ve başarmak üzereydi.
Aslında elindeki teknolojiyle bu imkansızdı ancak kural dışı
oynayarak lider olmak, liderliği pekiştirmek ve rakipleri eritmek
daha önce Intel'in denediği ve başarılı olduğu bir yoldu.
Sonrasında yakalanıp ceza alsan bile, prestijin ve liderliğin
etkilenmiyordu.
Bu sefer böyle
olmadı. Birleşik Devletler'de bir sivil toplum kuruluşu (ICCT –
International Council on Clean Transportation) VW'ı iş üzerinde
yakaladı ve hilesini kanıtladı. Neden hile yaptığı ve nasıl
hile yaptığı, o zamandan beri tartışma konusu. Hatta Emre ve Can bu konuda Otoseyir için güzel bir video yayınladılar. Bu yazıda nasılına
bakacağız.
32. Kaos İletişim
Kongeresinde Daniel Lange ve Felix Domke, rezaletin teknik yüzüne
detaylıca bakan bir sunum yaptılar. Konuyu merak edenler detaylara
videodan ulaşabilir. Ben ilginç gelen noktaları aktaracağım.
Yeni Avrupa Sürüş
Döngüsünün grafiksel gösterimi
|
Emisyon testleri,
Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü (New European Driving Cycle) olarak
adlandırılan bir profilde gerçekleştiriliyor. Araçlar
karşılaştrma ve değerlendirme yapılabilmesi için dinamometre
üzerinde önceden belirli şekilde çalıştırılıyor.
Bunun iki sakıncası var. Birincisi çok yapay bir test ve
hilesizken dahi gerçeği yansıtmıyor. Ayrıca test yöntemi
bilindiği için tıpkı Euro NCAP testlerinde olduğu gibi üreticiler
araçlarını bu teste göre ayarlayabiliyor. İkinci sakıncası ise
VW'ın yaptığı gibi manuple edilebiliyor.
Gerçi otomobil
üreticilerinin “sokakta” yani test parkurunda yaptığı testler
çok daha fazla manüpkasyona açık. İnce ve aşırı şişirilmiş
lastikler, sökülen kapı kolları, bantlanan boşluklar, çok az
yakıt, zayıf ama profesyonel bir sürücü gibi. Bu yüzden gerçek
tüketim, katalog verisiyle uyuşmaz. Bu konuda da Emre ve Can'ın Otoseyir için hazırladığı şu harika videoyu izleyebilirsiniz.
Ancak diğer
üreticilerin yaptığı bu “ayarlamalar” VW'ın yaptığına
benzemiyor. Katalogda 100km'de 5lt yakıt tükettiği yazan aracınız
6.5lt tüketiyor, ama VW'ın yaptığı gibi çevreyi 30 kat daha
fazla kirletmiyor.
Bu, birkaç
firmasını çok seven VW mühendisinin yaptığı bi'şey midir
yoksa VW'in haberi var mıdır? Araç yazılımda bir satır kod dahi
değiştirseniz, yaptığınız değişiklik kayıt altındadır. Ve
bir gecede emisyon 30 kat azalırsa bu elbette dikkat çeker.
Kesinlikle VW yönetiminin en azından haberi olmalı. Ayrıca ECU
(Elektronik Kontrol Ünitesi) yazılımı Bosch tarafından sağlanan,
20.000'den fazla değişkenli kod içeriyor ve bunun üzerinde
manipülasyon yapmak kolay olmamalı.
Bu noktada Felix
Domke, kendi “etkilenmiş” aracı ile birkaç test yaptı.
Aracına zarar vermemek için, Ebay'den Bosch EDC17C46 model bir ECU
alarak testlere koyuldu. Tersine mühendislik ile ECU'nun nasıl
çalıştığını anlamaya çalıştı. Yakaladığı ilginç
noktalardan birisi, 12Kb'lık bir kod bloğunun araç rolantide iken
göstergede sürekli 780 RPM gösterilmesini sağladığı. Bu, ECU
ile pek çok hile yapılabileceğini ve göstergenin manuple
edilerek doğru değerler göstermemesinin bu hile işinin sadece bir
parçası olduğunu gösteriyor.
Isınma turlarından
sonra, özellikle emisyon sistemi (bu araç için SCR yani Seçici
Katalitik İndirgeme, ilave AdBlue sıvısına ihtiyaç duyan bir
sistem) üzerinde çalışılmaya başlandı. SCR, 2lt motorla
kullanıldığından tersine mühendislik testlerinin Clean Diesel
adıyla satılan 2lt bir araçta yapıldığını anlıyoruz.
İroni: Clean Diesel |
Emisyon sistemini de
ECU yönetiyor. Bu sistemin düzgün çalışması için sensörlerden
doğru zamanda doğru verinin okunması gerekiyor. Çünkü sisteme
verilen AdBlue sıvısı miktarı, duruma göre değişkenlik
gösteriyor. Eğer gerekenden fazla AdBlue kullanırsanız, atmosfere
amonyak salmış olursunuz ki bu istenmeyen bi'şeydir. AdBlue
sıvısını az kullanırsanız, bu sefer atmosfere istenenden fazla
NOx salgılarsnınız ve emisyonunuz yükselmiş olur. Bu durumu
denetleyen bir sensör bulunmakta ve dönüşüm verimsiz olduğunda
“check engine” arıza ışığını yakıp aracı servise
götürmenizi sağlıyor. Servis ECU'da OBD-II hatasını görüyor
ve böylece nereye bakması gerektiğini biliyor. Aracı yetkili
servis yerine özel servise götürmemek için bir bahanemiz daha
oldu. Çünkü bu durumda özel servisler aracın arıza ışığı
söndürüp gönderecektir.
Ancak SCR sistemi
her durumda (örneğin motor çok sıcak olduğunda) çalışmıyor. Ve işin ilginç yanı,
bu pahalı SCR sistemi motor çalışma zamanının çoğunda (%80 kadar)
çalışmıyor. Yani 1000km sürüş için 2.5lt AdBlue sıvısı
kullanılmasını bekliyorsunuz ancak sadece 0.6lt kullanılmış
olabiliyor.
ECU içinde önceden
belirlenmiş koşullara göre SCR sistemi devreye alınıyor. Bunlar
içinde dış ortam sıcaklığı ve rakım dahi bulunuyor. Ancak
ilginç bir nokta, SCR sisteminin açılıp aracın emisyonun
düşeceği parametreler belirlenirken, Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü
test koşulları dikkate alınmış. Test rejiminin bir parçası
olarak tüm araçlar testten önce gece boyunca 20 ° C'ye ısıtıyor
ve tüm test merkezleri muhtemelen 750m altı rakımdaki yerlerde. Bu
koşullarda ECU, aracı SCR kullanımına zorluyor ve emisyon
düşüyor.
Bu noktada
araştırmacılar ellerindeki aracı Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü
koşullarına uygun şekilde test ediyorlar ve aracın SCR sistemini
açıp AdBlue kullanarak düşük emisyon saldığını görüyorlar.
Aynı aracı sadece test parametresinden daha hızlı
kullandıklarında SCR sisteminin kapatılıp AdBlue kullanımının
sıfıra indiğini ve aracın daha performanslı çalıştığını
görüyorlar. Evet, test koşullarında aracın performansı ve yakıt
tüketimi düşüyor.
Yazının başında
VW'in teknolojisini eleştirmiştim. VW gerçekten büyük bir firma,
ancak bazı şeyleri elde etmek için çalışmak lazım. Çalışmak
için de para, zaman ve iş gücü lazım ama çalışmak hiçbir zaman doğru
sonucu alacağınızı garantilemez. VW zaman ve para yatırımı
yapmak yerine hile yapmayı tercih etti.
Biz tüketiciler olarak kendimize en uygun aracı satın almak istiyoruz ve büyük çoğunluğumuzun kriterleri içinde çevre, direkt olarak yok. Özellikle emisyona göre değil motor hacmine göre vergilendirildiğimiz ülkemizde bu konuya pek dikkat edilmiyor. Ancak bir tane dünyamız var ve çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmalıyız.
Etiketler:
adblue,
bosch,
clean diesel,
diesel,
dieselgate,
ecu,
hile,
icct,
nedc,
otoseyir,
reserve engineering,
scr,
tersine mühendislik,
volkswagen
13 Eylül 2015 Pazar
Bluedio BS-2 İncelemesi
Küçük bluetooth hoparlörlerden pek hoşlanmazdım aslında ben. Lakin daha önceki Nokia MD-11 incelememde de söylediğim gibi müzik setim bozuldu. Evet, çok tembelim, hala servise götürmedim. Neyse, müzik seti bozulunca böyle ufak hoparlörlerle idare etmeye başladım. Aslında Nokia MD-11'lerden memnundum, ama çok makul fiyata BS-2'yi görünce bir denemek istedim. Deneyimlerimi burada elimden geldiğince anlatacağım.
Bluedio firması isminden de anlaşılacağı üzere Bluetooth destekli ses ürünleri üreten Çinli bir firma. Ürünlerinin tamamı (en azından benim gördüklerim) Bluetooth ile çalışıyor. Farklı tipte kulaklıklar ve hoparlörler mevcut. Bu incelemeye konuk olan BS-2 aslında aylar önce dikkatimi çekmişti. Aliexpress'te Bluetooth 4.1 destekleyen hoparlörlere bakarken görüp beğenmiştim. Daha sonra ürün indirime girdi, ben de bir tane aldım. Yukarıda da belirttiğim gibi, BS-2'nin standart Bluetooth hoparlörlerden en büyük farkı güncel telefonlarda gördüğümüz Bluetooth 4.1 standardını desteklemesi. Bluetooth 4.1 düşük güç tüketimiyle öne çıkan bir standart, bu yüzden eğer bağlanan cihaz da bunu destekliyorsa hem BS-2, hem de bağlanan cihaz çalışma esnasında daha az pil tüketiyor. Bu standardın ses kalitesine herhangi bir etkisi yok.
Daha önce Teknoseyir'de bir arkadaş Bluedio'nun spor kulaklığını incelemişti ve ürünün ambalajsız geldiğini yazmıştı. Ben de BS-2'nin ambalajsız veya olabildiğince basat bir ambalajla geleceğini düşünmüştüm. Ürün elime şaşırdım, çünkü üst seviye ürünlerde bile nadir görülen kalitede bir kutunun içinde gelmişti. Ürünün kutusu mıknatısla tutturulmuş, çok güzel hazırlanmış. Kutunun içinde hoparlör ve aksesuar kutucuğu düzgün şekilde yerleştirilmiş. Bu küçük aksesuar kutucuğunun içinde 3.5mm ses ara kablosu, MicroUSB şarj kablosu ve ilaç prospektüsü tadında bir kullanım kılavuzu var. Bende ikisinden de zaten vardı, o yüzden kabloları hiç kurcalamadım. Kutucuğun hoparlörle aynı renk olması tesadüf mü, yoksa bilerek düşünülmüş güzel bir detay mı bilmiyorum. Eğer bilerek yapmışlarsa tebrik etmek lazım adamları.
Bluetooth hoparlörler genelde masanın üzerinde, "göz önünde" durdukları için görünümleri önemli. BS-2'yi bu konuda oldukça başarılı buldum. Tasarımı bana pahalı markaların iPhone için ürettikleri masaüstü hoparlörleri anımsattı. Malzeme kalitesi fiyatına göre gayet başarılı. Dışı mat ama pürüzsüz plastikten üretilmiş. Ön ve arkasında gri ızgaralar var. Tuşlar lastik kaplı. Ürünün altına kalın bir lastik ped yerleştirilmiş, böylece masa üzerinde kaymıyor. Ayrıca bu lastik kısım hoparlörün masayı titretmesini de engelliyor. İşçilik ise biraz sıkıntılı. Daha doğrusu bir noktada göze çok batan bir hata var. Ön ve arkadaki gri ızgaraların gövdeye birleştiği noktalardaki gri renkli contalar çok özensiz yapıştırılmış. Hem contanın kendisi kalitesiz, hem de sanki birisi öylesine yapıştırıcıyla oraya tutturmuş gibi duruyor. Yanlış anlaşılmasın, kolay kolay çıkmaz yerinden, ama ürünün genelinin sunduğu kalite hissini vermiyor bu contamsı şey. Onun haricinde sıkıntı yok, BS-2 gayet "birinci sınıf" duruyor.
Tabi konu hoparlör olunca ses kalitesi yukarıda bahsettiğim şeylerin hepsinin önüne geçiyor. Bluedio BS-2'nin üzerinde iki tane 40mm çaplı sürücü var. Her sürücü 3 watt gücünde, yani toplam güç 6 watt. Fotoğraflarda da görüldüğü üzere hoparlörün arka tarafı da açık. Üreticiye göre bu sayede bass kalitesi artıyormuş. Sürücüler küçük olunca beklentileri de ona göre ayarlamak gerekiyor. Ben BS-2'nin ses kalitesini beğendim. Tabii ki öyle çok yüksek ses veremiyor, kapasitesi belli. Büyük hoparlörlerdeki bass derinliğini de yakalamak mümkün değil. Ancak hem müzik dinlerken, hem de podcast'lerde bu boydaki bir hoparlör için gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Ürünü bir haftadır kullanıyorum, hiç "ya ufak hoparlör de çekilmiyor, ne bu böyle plastik gibi ses" filan dedirtmedi bana. Daha iyi ses veren Bluetooth hoparlörler bulunur elbette, ama ödenecek fiyat BS-2'ye göre çok daha yüksek olacaktır. Ürünün üzerinde "3D" tuşu var, ancak sadece Bluetooth ile bağlandığında bu 3D modu devreye girebiliyor. Açıkçası pek fark göremedim, belki bazı müzik tiplerinde aradaki fark daha fazla hissedilir. Ses konusunda beğendiğim bir diğer şey de sağ ve sol kanalların güzel ayrışması oldu. Ürünü tam karşıma koyup dinlediğimde sanki hoparlörler odanın iki ayrı köşesindeymiş gibi ayrıştırılmış bir ses duydum. Radyo dinlerlen filan pek önemli değil, ama film ve oyunlarda faydalı olabilecek birşey bu. Yoklukta bilgisayar hoparlörü olarak da kullanılabilir yani.
BS-2'nin Bluetooth eşleşmesi oldukça hızlı ve pratik. Güç tuşuna basılı tutunca eşleşme moduna giriyor, telefonun Bluetooth özelliğini açınca da hemen bağlanıyor. Menzili detaylı olarak ölçmedim ama yan odadan çekti. Üreticiye göre 10 metre menzili varmış. Pil ömrü bana yeterli geldi. Benim kullanımımda 15-16 saat tek şarjla çalıştı. Bunun 5-6 saatlik kısmında kablolu kullandım (malum, telefonun radyosunun çalışması için kablolu bağlantı gerekiyor), geri kalanında ise Lumia 520 ile kablosuz kullandım. Pil ömründe sıkıntı yok, ama ürünü tasarlayanlar pil durumunu gösteren birşeyler koymamışlar BS-2'ye. Yani bir LED ile en azından kabaca pilin bitmeye yaklaştığını filan gösterse güzel olacakmış. Ben kullanmadım, ama ürünün üzerinde telefon görüşmesi yapabilmek için bir de mikrofon var. Bluetooth ile telefon bağlandığında gelen çağrılar doğrudan BS-2 üzerinden cevaplanabiliyor.
Son kısımda hepsini özetleyeyim, bitireyim. Ben Bluedio BS-2'den memnun kaldım. Tek canımı sıkan şey ızgaraların etrafındaki lastik contamsı şey oldu, bir de pil durumu göstergesinin olmaması pek mantıklı gelmedi. Bunun haricinde herşeyiyle başarılı bir ürün. Fiyatının uygun olması da önemli bir etken tabi. Şu anda BS-2 30$ civarına satılıyor. Ben kampanyadan 19$'a aldım. Araştırılırsa hala uygun fiyata bulunabilir belki. Bendeki krem rengine çalan beyazı beğenmeyenler için metalik gri, siyah ve altın sarısı renkleri de mevcut. Ayrıca, daha güçlü ve kaliteli ses isteyenler de aynı firmanın BS-3 modeline bakabilirler. Temelde birbirine çok benziyor bu iki ürün, ama BS-3 daha güçlü ve daha büyük sürücülere sahip. Tabi onu denemediğim için aradaki kalite farkı verilen ekstra ücrete (onun fiyatı 50$, baya fark var yani) değer mi bilemiyorum. BS-2'yi makul fiyata düzgün ses verecek Bluetooth hoparlör arayanlara tavsiye ederim. Hele fiyatı tekrardan 19$'a düşerse ben bir tane daha alırım, çünkü fiyatını hakediyor.
Bluedio firması isminden de anlaşılacağı üzere Bluetooth destekli ses ürünleri üreten Çinli bir firma. Ürünlerinin tamamı (en azından benim gördüklerim) Bluetooth ile çalışıyor. Farklı tipte kulaklıklar ve hoparlörler mevcut. Bu incelemeye konuk olan BS-2 aslında aylar önce dikkatimi çekmişti. Aliexpress'te Bluetooth 4.1 destekleyen hoparlörlere bakarken görüp beğenmiştim. Daha sonra ürün indirime girdi, ben de bir tane aldım. Yukarıda da belirttiğim gibi, BS-2'nin standart Bluetooth hoparlörlerden en büyük farkı güncel telefonlarda gördüğümüz Bluetooth 4.1 standardını desteklemesi. Bluetooth 4.1 düşük güç tüketimiyle öne çıkan bir standart, bu yüzden eğer bağlanan cihaz da bunu destekliyorsa hem BS-2, hem de bağlanan cihaz çalışma esnasında daha az pil tüketiyor. Bu standardın ses kalitesine herhangi bir etkisi yok.
Daha önce Teknoseyir'de bir arkadaş Bluedio'nun spor kulaklığını incelemişti ve ürünün ambalajsız geldiğini yazmıştı. Ben de BS-2'nin ambalajsız veya olabildiğince basat bir ambalajla geleceğini düşünmüştüm. Ürün elime şaşırdım, çünkü üst seviye ürünlerde bile nadir görülen kalitede bir kutunun içinde gelmişti. Ürünün kutusu mıknatısla tutturulmuş, çok güzel hazırlanmış. Kutunun içinde hoparlör ve aksesuar kutucuğu düzgün şekilde yerleştirilmiş. Bu küçük aksesuar kutucuğunun içinde 3.5mm ses ara kablosu, MicroUSB şarj kablosu ve ilaç prospektüsü tadında bir kullanım kılavuzu var. Bende ikisinden de zaten vardı, o yüzden kabloları hiç kurcalamadım. Kutucuğun hoparlörle aynı renk olması tesadüf mü, yoksa bilerek düşünülmüş güzel bir detay mı bilmiyorum. Eğer bilerek yapmışlarsa tebrik etmek lazım adamları.
Bluetooth hoparlörler genelde masanın üzerinde, "göz önünde" durdukları için görünümleri önemli. BS-2'yi bu konuda oldukça başarılı buldum. Tasarımı bana pahalı markaların iPhone için ürettikleri masaüstü hoparlörleri anımsattı. Malzeme kalitesi fiyatına göre gayet başarılı. Dışı mat ama pürüzsüz plastikten üretilmiş. Ön ve arkasında gri ızgaralar var. Tuşlar lastik kaplı. Ürünün altına kalın bir lastik ped yerleştirilmiş, böylece masa üzerinde kaymıyor. Ayrıca bu lastik kısım hoparlörün masayı titretmesini de engelliyor. İşçilik ise biraz sıkıntılı. Daha doğrusu bir noktada göze çok batan bir hata var. Ön ve arkadaki gri ızgaraların gövdeye birleştiği noktalardaki gri renkli contalar çok özensiz yapıştırılmış. Hem contanın kendisi kalitesiz, hem de sanki birisi öylesine yapıştırıcıyla oraya tutturmuş gibi duruyor. Yanlış anlaşılmasın, kolay kolay çıkmaz yerinden, ama ürünün genelinin sunduğu kalite hissini vermiyor bu contamsı şey. Onun haricinde sıkıntı yok, BS-2 gayet "birinci sınıf" duruyor.
Tabi konu hoparlör olunca ses kalitesi yukarıda bahsettiğim şeylerin hepsinin önüne geçiyor. Bluedio BS-2'nin üzerinde iki tane 40mm çaplı sürücü var. Her sürücü 3 watt gücünde, yani toplam güç 6 watt. Fotoğraflarda da görüldüğü üzere hoparlörün arka tarafı da açık. Üreticiye göre bu sayede bass kalitesi artıyormuş. Sürücüler küçük olunca beklentileri de ona göre ayarlamak gerekiyor. Ben BS-2'nin ses kalitesini beğendim. Tabii ki öyle çok yüksek ses veremiyor, kapasitesi belli. Büyük hoparlörlerdeki bass derinliğini de yakalamak mümkün değil. Ancak hem müzik dinlerken, hem de podcast'lerde bu boydaki bir hoparlör için gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Ürünü bir haftadır kullanıyorum, hiç "ya ufak hoparlör de çekilmiyor, ne bu böyle plastik gibi ses" filan dedirtmedi bana. Daha iyi ses veren Bluetooth hoparlörler bulunur elbette, ama ödenecek fiyat BS-2'ye göre çok daha yüksek olacaktır. Ürünün üzerinde "3D" tuşu var, ancak sadece Bluetooth ile bağlandığında bu 3D modu devreye girebiliyor. Açıkçası pek fark göremedim, belki bazı müzik tiplerinde aradaki fark daha fazla hissedilir. Ses konusunda beğendiğim bir diğer şey de sağ ve sol kanalların güzel ayrışması oldu. Ürünü tam karşıma koyup dinlediğimde sanki hoparlörler odanın iki ayrı köşesindeymiş gibi ayrıştırılmış bir ses duydum. Radyo dinlerlen filan pek önemli değil, ama film ve oyunlarda faydalı olabilecek birşey bu. Yoklukta bilgisayar hoparlörü olarak da kullanılabilir yani.
BS-2'nin Bluetooth eşleşmesi oldukça hızlı ve pratik. Güç tuşuna basılı tutunca eşleşme moduna giriyor, telefonun Bluetooth özelliğini açınca da hemen bağlanıyor. Menzili detaylı olarak ölçmedim ama yan odadan çekti. Üreticiye göre 10 metre menzili varmış. Pil ömrü bana yeterli geldi. Benim kullanımımda 15-16 saat tek şarjla çalıştı. Bunun 5-6 saatlik kısmında kablolu kullandım (malum, telefonun radyosunun çalışması için kablolu bağlantı gerekiyor), geri kalanında ise Lumia 520 ile kablosuz kullandım. Pil ömründe sıkıntı yok, ama ürünü tasarlayanlar pil durumunu gösteren birşeyler koymamışlar BS-2'ye. Yani bir LED ile en azından kabaca pilin bitmeye yaklaştığını filan gösterse güzel olacakmış. Ben kullanmadım, ama ürünün üzerinde telefon görüşmesi yapabilmek için bir de mikrofon var. Bluetooth ile telefon bağlandığında gelen çağrılar doğrudan BS-2 üzerinden cevaplanabiliyor.
Son kısımda hepsini özetleyeyim, bitireyim. Ben Bluedio BS-2'den memnun kaldım. Tek canımı sıkan şey ızgaraların etrafındaki lastik contamsı şey oldu, bir de pil durumu göstergesinin olmaması pek mantıklı gelmedi. Bunun haricinde herşeyiyle başarılı bir ürün. Fiyatının uygun olması da önemli bir etken tabi. Şu anda BS-2 30$ civarına satılıyor. Ben kampanyadan 19$'a aldım. Araştırılırsa hala uygun fiyata bulunabilir belki. Bendeki krem rengine çalan beyazı beğenmeyenler için metalik gri, siyah ve altın sarısı renkleri de mevcut. Ayrıca, daha güçlü ve kaliteli ses isteyenler de aynı firmanın BS-3 modeline bakabilirler. Temelde birbirine çok benziyor bu iki ürün, ama BS-3 daha güçlü ve daha büyük sürücülere sahip. Tabi onu denemediğim için aradaki kalite farkı verilen ekstra ücrete (onun fiyatı 50$, baya fark var yani) değer mi bilemiyorum. BS-2'yi makul fiyata düzgün ses verecek Bluetooth hoparlör arayanlara tavsiye ederim. Hele fiyatı tekrardan 19$'a düşerse ben bir tane daha alırım, çünkü fiyatını hakediyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)