15 Mart 2010 Pazartesi

İstanbul'un ulaşım problemi üzerine yazılmış sayısız yazıdan sadece biri...

Şaşırmayın, yandaki resim İstanbul'un trafiğinde çekilmiş bir resim değil. Araçların markasına bakacak olursak, yüksek ihtimalle Amerika'nın bir otobanında çekilmiş, ama temayla uyumlu olduğu için koydum. Bir okurum Londra seyahatim hakkında yeterince detay vermediğimden yakınmış. Haklı aslında, ama bazı arkadaşlar da "Almancı gibi anlatıp durma!" diyince ben Londra yazılarını bırakma kararı almıştım. Bu yazıda orada trafik sorununun nasıl çözüldüğünü, burada nasıl çözülemediğini anlatmak, bu konudaki kendi gözlem ve yorumlarımı yazmak istiyorum.

Trafik sorununu herkes farklı sebeplere bağlar, elbet bu sebeplerin hepsinin etkisi vardır trafik karmaşası üzerinde. Bana göre en önemli etken insan zihniyeti, çünkü diğer etkenlerin tamamını etkileme özelliğine sahip. Bizim insanımız nedense biryere giderken arabayla gitmeyi seviyor, park sorununu veya trafik sıkıntısını hiç hesaba katmıyor. Arabası var ya, onu bir statü sembolü olarak görüyor, hava atmak için toplu taşıma yerine her zaman arabayı tercih ediyor. Yurtdışında ise durum çok farklı. Halk bu basit takıntılardan büyük oranda kurtulmuş. Şöyle örnek vereyim: Londra'nın en işlek caddesi olan, dev mağazaların ve popüler mekanların bulunduğu Oxford caddesi sadece iki şeride sahip. Yani, bir gidiş bir geliş. O şeritleri de otobüsler ve taksiler kullanıyor, hususi araçları görmeniz neredeyse imkansız. İnsanlar sadece özel durumlarda oraya arabayla geliyor. Bir başka örnek vereyim; kaldığım otelin önünde duran Porsche Carrera 4s (maksat hava atmaksa, en havalı arabalardan biridir) 10 gün boyunca yerinden kıpırdamadı. Sadece o değil, sokaktaki pek çok lüks araba seyrek hareket ettiler yerlerinden. Herhalde bu pahalı bebeklerin sahipleri yakıt masrafından korktukları için arabaları yatırmıyorlar. Toplu taşıma çok daha hızlı ve pratik geliyor onlara, artık arabayla hava atma zihniyetini üzerlerinden atmışlar. Biniyor otobüse veya metroya, gideceği yere ne kadar zamanda gideceğini biliyor adam.

Tabi suçu sadece insanlara yüklemek te adil değil. Bu insanlar neden toplu taşımayı tercih etmiyorlar? Çünkü toplu taşıma pek iyi durumda değil de ondan! Dünyanın önde gelen metrolarının yeraltı tren sistemleri 100. yaşlarını kutlarken biz kendi metromuzu açtık. Karaköydeki tünel sistemini metrodan saymıyorum çünkü çok kısa bir mesafede işliyor. Bizim metromuz hat şeklinde işliyor, ecnebilerinki ağ şeklinde. Yani birbiriyle muhtelif yerlerde kesişen bir sürü hatları var. Şehrin hangi noktasına gitmek isterseniz isteyin, mutlaka gideceğiniz yere yakın bir metro istasyonu bulunuyor. Üstelik özel durumlar haricinde saatleri de pek şaşmıyor, yolculuğunuzun süresini önceden bilip planınızı ona göre yapabiliyorsunuz. Tamiratlar haftasonları yapılıyor ve önceden haber veriliyor, böylece iş hayatı aksamamış oluyor. Öngörülemeyen aksamalarda ise yolcular otobüse aktarılarak gitmeleri gereken yerlere aktarılıyor. Böyle bir toplu taşıma sistemi olduktan sonra kim ne yapsın arabayı? Bu sistem tabii ki mükemmel değil, onlarda da izdiham oluyor, sıkış tokuş gidiliyor. Hatta hırsızlık ve yankesicilik te buradaki kadar yaygın. Bunlara rağmen sıkış tokuş ta olsa gidilecek yere gidiliyor, "trafiğe takıldım Bostancı'dan Suadiye'ye bir saatte zor geldim" mazeretleri bitiyor. Güzel değil mi? Bence de güzel. Çok uzun oldu bu yazı, daha sonra devam ederim. Şimdilik herkese iyi günler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder