tag:blogger.com,1999:blog-28669053776814306472024-03-13T21:34:04.173+03:00Düşünen AdamAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.comBlogger1689125tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-68400724685413134102016-10-13T11:16:00.000+03:002016-10-13T11:16:38.289+03:00Pixel in, Nexus out - Google bize ne etti?Haberleri yeniden yazmayacağım. Google geçtiğimiz günlerde yeni telefonlarını duyurdu. Yeni Google telefonları Pixel ismiyle anılıyor ve önceki Nexus modellerine göre daha pahalıya satılıyor. Bunun yanında bu modeller özellik olarak daha iddialı, ayrıca sadece Pixel cihazlara özgü bazı yazılımsal özellikler var artık. Zaten başlıktaki "Google bize ne etti?" sorusunun cevabı da burada gizli.<br />
<br />
Android telefon piyasasında Google'ın önceki cihazlarını saymazsak hemen her telefon kendi üreticisinin geliştirdiği (veya cihazlarına yüklemek için lisansını satın aldığı) bazı yazılımsal özelliklerle gelir. Yani çoğu markalı telefon standart Android'in üzerine birşeyler koyar. Tabi bu hep olumlu yönde olmaz ama sonuçta bir fark vardır. Android'e bir sürümde eklenen bazı özellikler genelde bir önceki sene Samsung, LG gibi markaların tepe modellerinde gördüğümüz özellikler oluyor. Tabi bu özellikler Google tarafından verilince tüm cihazlara geliyor, bir markayla sınırlı kalmıyor. Mesela ekran bölme özelliği önceden sadece Samsung'da vardı bildiğim kadarıyla, artık Android 7 kullanan tüm telefonlarda olacak. Tabi Android sürümlerini ilk alan telefonlar Nexus'lar olduğundan bu nimetlerden de en fazla ve en hızlı onlar yararlanıyordu.<br />
<br />
Google yeni telefonlarında işte bu dengeyi bozdu. Yeni telefonlarıyla yeni bir strateji izlemeye başlayan Google artık tıpkı diğer üreticiler gibi telefonlarına "kendine has" özellikler ekleyecek. Bu özellikler sadece Pixel telefonlarda çalışacak. Önceden bu böyle değildi, mesela Samsung kullanıcısı da Google'ın standart Android yazılımlarını kullanabiliyordu (istisnalar hariç), ama mesela Samsung'un kendi yazılımı başka markaya yüklenmiyordu. Şimdi Google da tıpkı Samsung, LG veya HTC gibi yazılımları kendine has yapacak, sadece kendi cihazları kullanacak.<br />
<br />
Şimdi mesela ücretsiz bir uygulamayı veya hizmeti düşünün. Amatör proje filan işte. Sonra bu çok tutunca geliştiricisi bunu ücretli yapmaya karar veriyor, ama tabi herkese bunu dayatamıyor. Ücretsiz sürüm aynen devam ediyor ama özellikleri kırpılıyor, en güzel özellikler sadece ücret ödeyen "premium" müşterilere özel oluyor. Google'ın Android'e yaptığı da aynen budur. Bazı özellikler sistemin içinde var (veya gerekli donanım var), ama sadece Pixel'de çalışıyor. Standart Android o ücretli uygulamanın ücretsiz "kırpılmış" versiyonu gibi oldu artık.<br />
<br />
İşin bir de ironik kısmı var. Google üreticileri standart Android'in fazla dışına çıkmamaları, herşey için kendi yazılımlarını kullanmamaları konusunda yönlendiriyordu. Hatta çoğu üretici 2016'da çıkardığı telefonlarda kendine has bazı yazılımlardan vazgeçip Android'in içinde gelen standart işlevleri tercih etmeye başlamıştı. Google diğer firmalara bunu öğütlerken kendisi tam tersini yapmaya başladı. Mesela Android'in bir kamera uygulaması var, ama Pixel'in kendine has, daha gelişmiş bir kamera uygulaması var. Neden farklı uygulama kullanılıyor? Android'in kamera uygulaması yetersiz mi? Eğer öyleyse ve elinde daha iyisi varsa neden herkese sunmuyorsun bunu?<br />
<br />
Herkese sunsun diyorum ama esas kastettiğim Nexus kullanıcıları. Zira geçen sene veya önceki sene hiç de makul olmayan fiyatlar ödenerek alınmış olan Nexus 6, Nexus 6P ve Nexus 5X modelleri şu an üvey evlat durumuna düştü. Önceki modeller zaten eskimişlerdi, ama bu üç model hala güncel donanıma sahip ve mükellef telefonlar, kullanıcı sayısı da az değil.<br />
<br />
Benim düşündüklerimi elbette Google'ın yöneticileri de düşünmmüşlerdir, bunun getiri ve götürülerini hesaplamışlardır. Ancak telefonunu her yenilediğinde tercih listesinin ilk sırasına güncel Nexus modelini koyan kullanıcıların şimdi de koşa koşa Pixel almaya gideceklerini düşünüyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Şimdi biraz daha fazla para kazanmak için yapılan bu sistem değişikliği uzun vadede pahalıya patlayabilir. Diğer yandan, Google saf Android'le gelen ve hızlı güncellenen uygun fiyatlı telefon açığını (böyle bir ihtiyaç var sonuçta) Android One platformunun sınırlarını biraz daha genişleterek kapatmak isteyebilir. Ne olacağını göreceğiz, ama mevcut durumda Google kimseyi mutlu etmiyor, edemiyor.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-16328560195354776552016-04-24T22:39:00.000+03:002016-04-24T22:39:07.864+03:00Birbirini yiyen teknolojik cihazlarTeknolojik ürünlerin diğer teknolojik ürünlerin fonksiyonlarını üstlenmesi olayına gıcık oluyorum.<br /><br />Yakınınızdaki bir teknoloji mağazasına gidin. Etrafa şöyle bir bakın. Ürün çeşitliliğini (daha doğrusu ürün tipi çeşitliliğini) inceleyin. Sonra mesela 15 sene önceki durumu aklınıza getirin. O reyonlarda önceden neler vardı? Televizyonlar medya oynatıcıların (bizim gibi zaten DVD filan almayan fakir ülkelerde DVD oynatıcıların) fonksiyonlarını üstlendi. Artık teknoloji mağazalarının yarısı televizyondan ibaret, ama güzel bir medya oynatıcı almak isteseniz bulmakta zorlanıyorsunuz. Üreticiler neden böyle şeylerle uğraşsın ki, her televizyon bu işi yapıyor zaten. <br /><br />Eskiden ayrı kartlarda olan fonksiyonlar artık anakartlara entegre geliyor. Bunun sonucunda mesela artık ethernet kartı diye birşey neredeyse kalmadı. Hala var ama ancak anakartındaki ethernet çıkışı bozulanın alacağı çöp ürünler var. Bu konuda teknolojik bir ilerleme bile yok neredeyse. Ses kartı için de aynı şey geçerli. Eskiden bu ürünlerde rekabet vardı, sürekli gelişiyordu. Anakarta entegre olunca gelişim durdu. Başka etkenler de var tabi ama sonuçta AR-GE maliyetli birşey, çoğunluk da anakarta dahili olanla yetinince kimse daha iyisini yapmak için uğraşmıyor. Benim korkum ekran kartlarının da bu trende kurban gitmesi. İşlemciye dahili GPU olayına fena yükleniyorlar. Yakında böyle giderse Nvidia filan da GPU üretimini bırakır.<br /><br />En boktanı da cep telefonları. Cep telefonları MP3 oynatıcıları, kompakt fotoğraf makinelerini, video kameraları, navigasyon cihazlarını ve tabletleri yedi resmen. Yedi ve hazmetti. Şimdi de bilgisayarları yiyorlar. Ya önceden MP3 oynatıcı sektörü vardı. Creative, Sandisk, iRiver filan vardı. Sürekli yeni model çıkardı. Şimdi hepsi bitti. Hala birşeyler var ama ya çok düşük profil ürünler (Goldmaster filan) var, ya da işin manyaklarına hitap eden çok pahalı ürünler var. Eskiden kompakt fotoğraf makineleri vardı mesela, o da bitti. Ciddi firmalar amatör makinelerde de rekabet ederlerdi. Baya güzel ürünler de çıkıyordu. Şimdi 3 sene öncekiyle bugünkü ürün neredeyse birbiriyle aynı, çünkü zaten kimse almıyor. Telefonlar yetiyor fotoğraf çekmeye. Video kamera için de aynı şey geçerli. Tabletler akıllı telefonlardan sonra çıktı belki, ama güzel bir üründü tablet. Telefon onu da yedi. Şu anda piyasada ya çocuğa çizgifilm izletmelik çöp tabletler, ya da her bütçeye uygun olmayan iPad gibi pahalı ürünleri buluyorsunuz. Tablet sektörü "iPad ve çöpler" modunda şu anda.<br /><br />Akıllı telefonlar şimdi de bilgisayarları yiyor. Henüz tam yemedi belki ama köşesinden kemiriyor işte. Hani işi teknoloji dünyasının devlerine bıraksak sadece telefon satacaklar bize. Hayvan gibi pahalı olacak ama her işimizi görecek. Niyetleri bu. Eninde sonunda da olacak, kaçış yok. Oyunları telefonda oynayacağız, hatta telefonu televizyona bağlayıp oynayacağız. Konsollar da bitecek yani. Bilgisayar kullanmayacağız, telefonla halledeceğiz herşeyi. Yeni yeni popülerleşen VR olayını bile telefona bağlayacaklar (Samsung gibi), görürsünüz. Hatta bunun sonrasında VR sistemiyle herkesin kafasına takılan cep telefonlu kendi ekranı olacak, televizyonlar da bitecek. Telefonlar teknoloji dünyasının içine sıçtı, şimdi de sıvayacak. <br /><br />Tabi cihaz sayısının azalması tüketici açısından avantajlı görünüyor. Lakin bir cihaz başka bir cihazın fonksiyonlarını ele geçirince fiyatı artıyor. Üst seviye cep telefonlarında 3000 lira fiyat etiketi görünce şaşırmaz olduk. Mükellef bir bilgisayar parası veriyoruz, hiç rahatsız olmuyoruz. Zira o ufacık aletin içinde bir fotoğraf makinesi, bir medya oynatıcı, hafif bir oyun konsolu ve basit işleri yapacak bir bilgisayar var. İyi de, bunlar ayrı ayrı ürünler, üstelik telefon çoğu zaman bu işlerin hiçbirini tam olarak yapamıyor, yarım yamalak yapıyor. Biz telefonla bu işi halledebildiğimiz için sevinip kusurları görmezden geliyoruz. Sonra tüm bu fonksiyonlar yüzünden telefonlara pil dayanmıyor. Babamın ilk cep telefonu Motorola'ydı, yanında yedek pille geliyordu, çünkü tek pil bir güne yetmiyordu. Şu anda mevcut telefonların durumu da böyle. Üstelik telefonun pili bitince o cihaza entegre diğer özelliklerden de mahrum kalıyoruz. Benzer şekilde, telefon bozulursa yolda kalıyoruz. Yani cebimizde acaip bir cihaz taşıyoruz ama o cihaza birşey olunca hiçbirşey yapamaz oluyoruz.<br /><br />Lütfen, rica ediyorum, artık teknolojik ürünler birbirlerinin fonksiyonlarına göz dikmesin. Telefon telefonluğunu bilsin, fotoğraf makinesini rahat bıraksın. Televizyon sadece televizyon olsun. Anakartlar zaten can çekişen masaüstü PC sektörünün içine etmesin iyice. Üreticilerin bize dayattığı herşeyi tek cihaza toplama olayına direnebildiğimiz kadar direnelim. Aksi halde gidişat iyi değil. Teknoloji zaten hayatımıza iyice entegre olmuş durumda. Onu da tek cihaza bağlayınca hepten Samsung'a, Apple'a, Google'a filan bağlı yaşayacağız.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-22239018218959925322016-02-24T12:40:00.001+02:002016-02-24T12:49:08.943+02:00Hafızada yer yok! - Telefonlardaki dahili bellek çıkmazıÖnce telefon üreticilerine, ondan sonra da Google'a, hatta ucundan uygulama geliştiricilere giydiresim var.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://cdn1.vox-cdn.com/thumbor/IDAu8dvG-x8WEqSfPxzlCYEcBMw=/35x0:605x380/1280x854/cdn0.vox-cdn.com/assets/870190/theverge_640.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="https://cdn1.vox-cdn.com/thumbor/IDAu8dvG-x8WEqSfPxzlCYEcBMw=/35x0:605x380/1280x854/cdn0.vox-cdn.com/assets/870190/theverge_640.jpg" width="640" /></a></div>
Şimdi,
flash yongaları boyuna ucuzluyor, ama telefon üreticileri hala 8GB,
16GB gibi komik büyüklükte (küçüklükte de diyebiliriz) depolaması olan
telefonlar yapıyor. 32GB standart olması gerekirken hala opsiyon, daha
üzeri ise lüks sayılıyor. Sırf segmentasyon olsun diye aynı telefonun
16GB ve 32GB modelleri arasında ciddi fiyat farkı oluyor, halbuki en
hızlı flash yongaların bile maliyeti o farkın 5'te 1'i filan.<br />
<br />
Tabi
hal böyle olunca biz de hafıza kartına güveniyoruz, daha doğrusu
güvenmek istiyoruz. Bu sefer de Android'in kısıtlamaları çıkıyor
önümüze, üstüne bir de uygulamaların saçmalıkları sıkıntı yaratıyor.
Tamam, fotoğrafları ve medya dosyalarını hafıza kartında
depolayabiliyoruz. İyi de, artık uygulamalar da çok yer kaplıyor. Kıçı
kırık mesajlaşma uygulaması yüzlerce MB yer işgal edebiliyor. Önbelleği,
arabelleği, kayıtları, arşivleri filan derken tek yaptığı internet
üzerinden mesaj ve fotoğraf göndermek olan bir mobil uygulama neredeyse
bir CD büyüklüğünde yer kaplıyor telefon belleğinde. Bunların bir
kısmını hafıza kartına aktarmak mümkün. Ancak tamamı aktarılamıyor,
üstelik nedense hafıza kartına aktarınca uygulamanın kapladığı toplam
alan büyüyor. Mesela uygulama 100MB yer kaplıyorsa bunun 50MB kısmını
hafıza kartına aktarınca bu sefer telefon belleğinde 70MB kalıyor.
Şişiyor yani sebepsiz şekilde. Hadi buna da razı olduk diyelim, bu sefer
de o uygulamayı her güncellediğimizde hafıza kartına taşıma işlemini
tekrardan yapmamız gerekiyor, çünkü güncelleme sırasında uygulama
tekrardan telefon belleğine kuruluyor.<br />
<br />
Android 6 ile birlikte
Adoptable Storage diye bir özellik geliyor. Bu özellik sayesinde
yukarıda yazdığım tüm sorunlar (teoride) çözülüyor. Telefona takılan
hafıza kartı EXT4 formatında şifreli olarak formatlanıp sistem
belleğinin bir parçası haline getiriliyor. Uygulamalar onun üzerine
kurulabiliyor (tamamen), yani depolama sıkıntısı ortadan kalkıyor. Tabi
hızlı hafıza kartları kullanılması lazım, yoksa telefon yavaşlar. Lakin
telefon üreticileri bu özelliği sunmakta biraz çekingen davranıyorlar.
Zira böyle bir özellik insanların sadece 16GB daha yüksek cihaz belleği
için 500 lira vermesini saçma hale getirecek. Haliyle devre dışı
bırakıveriyorlar bunu. Samsung engelliyormuş mesela. Üstelik Google'ın
bunu tavsiye ettiğini söylüyorlarmış. Bu özelliğin performansı
düşürdüğünü, bu yüzden Google'ın "mümkünse kullanmayın" dediğini ileri
sürüyorlarmış. E tamam da, Google tavsiye etmeyecekse neden yeni işletim
sistemine bu özelliği ekledi? Böyle saçmalık olur mu?<br />
<br />
Tamam,
hafıza kartları dahili bellek kadar hızlı değil. En hızlı olanlar bile
çok geride kalıyorlar. Performans düşüşleri yaşanacaktır. Ancak bunun da
çaresi var. Uygulama geliştiriciler eğer isterlerse uygulamaların
sadece açılışta okunan, performans gerektiren kısımlarını sistem
belleğinde tutup fuzuli kısımlarını daha yavaş olan hafıza kartında
tutabilir, böylece performans sıkıntısı yaşanmadan ucuza geniş kapasite
kullanılabilir. Tabi bunu asla yapmayacaklar, en azından telefon
üreticileri depolama alanını segmentasyon için kullandıkça bu bir
şekilde engellenecek.<br />
<br />
Google'ın bu işe el atıp bu sorunu çözmesi
gerekiyor. Ya uygulamaları küçültsünler, ya da telefon belleklerini
arttırsınlar. Tabii ki Google tek başına bunu yapamaz, ama üreticileri
ve uygulama geliştiricileri bu yönde teşvik edebilir. Aksi halde daha
senelerce 8GB telefonlar göreceğiz vitrinlerde.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-29656403411771173522016-01-10T01:01:00.002+02:002016-01-10T01:01:38.687+02:00Volkswagen skandalına teknik bir bakış<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<span style="line-height: 100%;">Dostoyevski, umutsuz
yaşamak hayattan istifa etmektir der. Volkswagen bir süredir
otomobil üretiminde liderliğe oynuyordu ve başarmak üzereydi.
Aslında elindeki teknolojiyle bu imkansızdı ancak kural dışı
oynayarak lider olmak, liderliği pekiştirmek ve rakipleri eritmek
daha önce Intel'in denediği ve başarılı olduğu bir yoldu.
Sonrasında yakalanıp ceza alsan bile, prestijin ve liderliğin
etkilenmiyordu.</span></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<span style="line-height: 100%;"><br /></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBMxUT6Pnt7dG5fHEc_HJoD6hpZaPzQBtPh6X_kP5VTl-Xc0kBbYgANhJ7G_HkMgbDWbB9VbbpSXlXc2CBIxCCDmMb5pDzF8JG9ao0c9mk-nAs0PqcbkfqIJDJCaltLO34J6NLuin5ZmUc/s1600/o-VOLKSWAGEN-facebook.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiBMxUT6Pnt7dG5fHEc_HJoD6hpZaPzQBtPh6X_kP5VTl-Xc0kBbYgANhJ7G_HkMgbDWbB9VbbpSXlXc2CBIxCCDmMb5pDzF8JG9ao0c9mk-nAs0PqcbkfqIJDJCaltLO34J6NLuin5ZmUc/s640/o-VOLKSWAGEN-facebook.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<span style="line-height: 100%;"><br /></span></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Bu sefer böyle
olmadı. Birleşik Devletler'de bir sivil toplum kuruluşu (ICCT –
International Council on Clean Transportation) VW'ı iş üzerinde
yakaladı ve hilesini kanıtladı. Neden hile yaptığı ve nasıl
hile yaptığı, o zamandan beri tartışma konusu. Hatta Emre ve Can bu konuda Otoseyir için güzel bir video <a href="https://teknoseyir.com/volkswagen-emisyon-skandalinin-kullanicilara-yansimasi">yayınladılar.</a> Bu yazıda nasılına
bakacağız.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
32. Kaos İletişim
Kongeresinde Daniel Lange ve Felix Domke, rezaletin teknik yüzüne
detaylıca bakan bir sunum <a href="https://media.ccc.de/v/32c3-7331-the_exhaust_emissions_scandal_dieselgate">yaptılar.</a> Konuyu merak edenler detaylara
videodan ulaşabilir. Ben ilginç gelen noktaları aktaracağım.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtwOWoIVwGbJ1VRxUx_BaTmYo5M_BeGtXr1rj-FGX0dYlEuRO1GHJmZtbjhKuZzaGWIQoU3-MUWS0ykSuDo4Ab5wsGri1E4lSLheaUfCo6nRhGhgcRNrvS2niKpbk7k3aQPTb5bPUO8QgL/s1600/nedcw.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtwOWoIVwGbJ1VRxUx_BaTmYo5M_BeGtXr1rj-FGX0dYlEuRO1GHJmZtbjhKuZzaGWIQoU3-MUWS0ykSuDo4Ab5wsGri1E4lSLheaUfCo6nRhGhgcRNrvS2niKpbk7k3aQPTb5bPUO8QgL/s400/nedcw.png" width="400" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Yeni Avrupa Sürüş
Döngüsünün grafiksel gösterimi</div>
</td></tr>
</tbody></table>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Emisyon testleri,
Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü (New European Driving Cycle) olarak
adlandırılan bir profilde gerçekleştiriliyor. Araçlar
karşılaştrma ve değerlendirme yapılabilmesi için dinamometre
üzerinde önceden belirli şekilde çalıştırılıyor.
Bunun iki sakıncası var. Birincisi çok yapay bir test ve
hilesizken dahi gerçeği yansıtmıyor. Ayrıca test yöntemi
bilindiği için tıpkı Euro NCAP testlerinde olduğu gibi üreticiler
araçlarını bu teste göre ayarlayabiliyor. İkinci sakıncası ise
VW'ın yaptığı gibi manuple edilebiliyor.
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Gerçi otomobil
üreticilerinin “sokakta” yani test parkurunda yaptığı testler
çok daha fazla manüpkasyona açık. İnce ve aşırı şişirilmiş
lastikler, sökülen kapı kolları, bantlanan boşluklar, çok az
yakıt, zayıf ama profesyonel bir sürücü gibi. Bu yüzden gerçek
tüketim, katalog verisiyle uyuşmaz. Bu konuda da Emre ve Can'ın Otoseyir için hazırladığı şu harika <a href="https://teknoseyir.com/otomobil-firmalarinin-teknik-verilerde-yaptigi-hileler-nedir">videoyu</a> izleyebilirsiniz.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Ancak diğer
üreticilerin yaptığı bu “ayarlamalar” VW'ın yaptığına
benzemiyor. Katalogda 100km'de 5lt yakıt tükettiği yazan aracınız
6.5lt tüketiyor, ama VW'ın yaptığı gibi çevreyi 30 kat daha
fazla kirletmiyor.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Bu, birkaç
firmasını çok seven VW mühendisinin yaptığı bi'şey midir
yoksa VW'in haberi var mıdır? Araç yazılımda bir satır kod dahi
değiştirseniz, yaptığınız değişiklik kayıt altındadır. Ve
bir gecede emisyon 30 kat azalırsa bu elbette dikkat çeker.
Kesinlikle VW yönetiminin en azından haberi olmalı. Ayrıca ECU
(Elektronik Kontrol Ünitesi) yazılımı Bosch tarafından sağlanan,
20.000'den fazla değişkenli kod içeriyor ve bunun üzerinde
manipülasyon yapmak kolay olmamalı.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Bu noktada Felix
Domke, kendi “etkilenmiş” aracı ile birkaç test yaptı.
Aracına zarar vermemek için, Ebay'den Bosch EDC17C46 model bir ECU
alarak testlere koyuldu. Tersine mühendislik ile ECU'nun nasıl
çalıştığını anlamaya çalıştı. Yakaladığı ilginç
noktalardan birisi, 12Kb'lık bir kod bloğunun araç rolantide iken
göstergede sürekli 780 RPM gösterilmesini sağladığı. Bu, ECU
ile pek çok hile yapılabileceğini ve göstergenin manuple
edilerek doğru değerler göstermemesinin bu hile işinin sadece bir
parçası olduğunu gösteriyor.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Isınma turlarından
sonra, özellikle emisyon sistemi (bu araç için SCR yani Seçici
Katalitik İndirgeme, ilave AdBlue sıvısına ihtiyaç duyan bir
sistem) üzerinde çalışılmaya başlandı. SCR, 2lt motorla
kullanıldığından tersine mühendislik testlerinin Clean Diesel
adıyla satılan 2lt bir araçta yapıldığını anlıyoruz.
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSzW4UnW342t3BJXopvp5695Asfux6ZNfk2Koh179HbAoMxpaXD1CnRQEpNtOvAotlOI2oXh6C778LQA_GrZzJG3AbjQJno4p8XbSvi4d-S3J8Tt9twJl0UiqIFJbQe3c81XitLjUpqY2F/s1600/Volkswagen_Jetta_Clean_Diesel.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="425" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSzW4UnW342t3BJXopvp5695Asfux6ZNfk2Koh179HbAoMxpaXD1CnRQEpNtOvAotlOI2oXh6C778LQA_GrZzJG3AbjQJno4p8XbSvi4d-S3J8Tt9twJl0UiqIFJbQe3c81XitLjUpqY2F/s640/Volkswagen_Jetta_Clean_Diesel.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">İroni: Clean Diesel </td></tr>
</tbody></table>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Emisyon sistemini de
ECU yönetiyor. Bu sistemin düzgün çalışması için sensörlerden
doğru zamanda doğru verinin okunması gerekiyor. Çünkü sisteme
verilen AdBlue sıvısı miktarı, duruma göre değişkenlik
gösteriyor. Eğer gerekenden fazla AdBlue kullanırsanız, atmosfere
amonyak salmış olursunuz ki bu istenmeyen bi'şeydir. AdBlue
sıvısını az kullanırsanız, bu sefer atmosfere istenenden fazla
NOx salgılarsnınız ve emisyonunuz yükselmiş olur. Bu durumu
denetleyen bir sensör bulunmakta ve dönüşüm verimsiz olduğunda
“check engine” arıza ışığını yakıp aracı servise
götürmenizi sağlıyor. Servis ECU'da OBD-II hatasını görüyor
ve böylece nereye bakması gerektiğini biliyor. Aracı yetkili
servis yerine özel servise götürmemek için bir bahanemiz daha
oldu. Çünkü bu durumda özel servisler aracın arıza ışığı
söndürüp gönderecektir.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Ancak SCR sistemi
her durumda (örneğin motor çok sıcak olduğunda) çalışmıyor. Ve işin ilginç yanı,
bu pahalı SCR sistemi motor çalışma zamanının çoğunda (%80 kadar)
çalışmıyor. Yani 1000km sürüş için 2.5lt AdBlue sıvısı
kullanılmasını bekliyorsunuz ancak sadece 0.6lt kullanılmış
olabiliyor.
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
ECU içinde önceden
belirlenmiş koşullara göre SCR sistemi devreye alınıyor. Bunlar
içinde dış ortam sıcaklığı ve rakım dahi bulunuyor. Ancak
ilginç bir nokta, SCR sisteminin açılıp aracın emisyonun
düşeceği parametreler belirlenirken, Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü
test koşulları dikkate alınmış. Test rejiminin bir parçası
olarak tüm araçlar testten önce gece boyunca 20 ° C'ye ısıtıyor
ve tüm test merkezleri muhtemelen 750m altı rakımdaki yerlerde. Bu
koşullarda ECU, aracı SCR kullanımına zorluyor ve emisyon
düşüyor.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br />
</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Bu noktada
araştırmacılar ellerindeki aracı Yeni Avrupa Sürüş Döngüsü
koşullarına uygun şekilde test ediyorlar ve aracın SCR sistemini
açıp AdBlue kullanarak düşük emisyon saldığını görüyorlar.
Aynı aracı sadece test parametresinden daha hızlı
kullandıklarında SCR sisteminin kapatılıp AdBlue kullanımının
sıfıra indiğini ve aracın daha performanslı çalıştığını
görüyorlar. Evet, test koşullarında aracın performansı ve yakıt
tüketimi düşüyor.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFyZnnZezdNU9Kt2g0y3q51UjSCVRLXlC4MD0k-m9y125oMzlVPeni6pRAXjVPaka-uyXq3QlsUyJFnYpdP-FgDWudd1ta2edArC-LEOfYeGMPB6KLlpDWU32JL7_42J3PH9PeRLUXSnfL/s1600/this-is-the-real-cause-of-the-volkswagen-cheating-scandal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFyZnnZezdNU9Kt2g0y3q51UjSCVRLXlC4MD0k-m9y125oMzlVPeni6pRAXjVPaka-uyXq3QlsUyJFnYpdP-FgDWudd1ta2edArC-LEOfYeGMPB6KLlpDWU32JL7_42J3PH9PeRLUXSnfL/s640/this-is-the-real-cause-of-the-volkswagen-cheating-scandal.jpg" width="640" /></a></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Yazının başında
VW'in teknolojisini eleştirmiştim. VW gerçekten büyük bir firma,
ancak bazı şeyleri elde etmek için çalışmak lazım. Çalışmak
için de para, zaman ve iş gücü lazım ama çalışmak hiçbir zaman doğru
sonucu alacağınızı garantilemez. VW zaman ve para yatırımı
yapmak yerine hile yapmayı tercih etti.</div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
<br /></div>
<div style="line-height: 100%; margin-bottom: 0cm;">
Biz tüketiciler olarak kendimize en uygun aracı satın almak istiyoruz ve büyük çoğunluğumuzun kriterleri içinde çevre, direkt olarak yok. Özellikle emisyona göre değil motor hacmine göre vergilendirildiğimiz ülkemizde bu konuya pek dikkat edilmiyor. Ancak bir tane dünyamız var ve çocuklarımıza güzel bir gelecek bırakmalıyız.</div>
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/16317538462240823976noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-15530227004184322422015-09-13T17:29:00.001+03:002015-09-13T17:29:37.661+03:00Bluedio BS-2 İncelemesiKüçük bluetooth hoparlörlerden pek hoşlanmazdım aslında ben. Lakin daha önceki Nokia MD-11 incelememde de söylediğim gibi müzik setim bozuldu. Evet, çok tembelim, hala servise götürmedim. Neyse, müzik seti bozulunca böyle ufak hoparlörlerle idare etmeye başladım. Aslında Nokia MD-11'lerden memnundum, ama çok makul fiyata BS-2'yi görünce bir denemek istedim. Deneyimlerimi burada elimden geldiğince anlatacağım.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0856.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0856.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br />Bluedio firması isminden de anlaşılacağı üzere Bluetooth destekli ses ürünleri üreten Çinli bir firma. Ürünlerinin tamamı (en azından benim gördüklerim) Bluetooth ile çalışıyor. Farklı tipte kulaklıklar ve hoparlörler mevcut. Bu incelemeye konuk olan BS-2 aslında aylar önce dikkatimi çekmişti. Aliexpress'te Bluetooth 4.1 destekleyen hoparlörlere bakarken görüp beğenmiştim. Daha sonra ürün indirime girdi, ben de bir tane aldım. Yukarıda da belirttiğim gibi, BS-2'nin standart Bluetooth hoparlörlerden en büyük farkı güncel telefonlarda gördüğümüz Bluetooth 4.1 standardını desteklemesi. Bluetooth 4.1 düşük güç tüketimiyle öne çıkan bir standart, bu yüzden eğer bağlanan cihaz da bunu destekliyorsa hem BS-2, hem de bağlanan cihaz çalışma esnasında daha az pil tüketiyor. Bu standardın ses kalitesine herhangi bir etkisi yok.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0853.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0853.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br /><br />Daha önce Teknoseyir'de bir arkadaş Bluedio'nun spor kulaklığını incelemişti ve ürünün ambalajsız geldiğini yazmıştı. Ben de BS-2'nin ambalajsız veya olabildiğince basat bir ambalajla geleceğini düşünmüştüm. Ürün elime şaşırdım, çünkü üst seviye ürünlerde bile nadir görülen kalitede bir kutunun içinde gelmişti. Ürünün kutusu mıknatısla tutturulmuş, çok güzel hazırlanmış. Kutunun içinde hoparlör ve aksesuar kutucuğu düzgün şekilde yerleştirilmiş. Bu küçük aksesuar kutucuğunun içinde 3.5mm ses ara kablosu, MicroUSB şarj kablosu ve ilaç prospektüsü tadında bir kullanım kılavuzu var. Bende ikisinden de zaten vardı, o yüzden kabloları hiç kurcalamadım. Kutucuğun hoparlörle aynı renk olması tesadüf mü, yoksa bilerek düşünülmüş güzel bir detay mı bilmiyorum. Eğer bilerek yapmışlarsa tebrik etmek lazım adamları.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0854.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0854.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br />Bluetooth hoparlörler genelde masanın üzerinde, "göz önünde" durdukları için görünümleri önemli. BS-2'yi bu konuda oldukça başarılı buldum. Tasarımı bana pahalı markaların iPhone için ürettikleri masaüstü hoparlörleri anımsattı. Malzeme kalitesi fiyatına göre gayet başarılı. Dışı mat ama pürüzsüz plastikten üretilmiş. Ön ve arkasında gri ızgaralar var. Tuşlar lastik kaplı. Ürünün altına kalın bir lastik ped yerleştirilmiş, böylece masa üzerinde kaymıyor. Ayrıca bu lastik kısım hoparlörün masayı titretmesini de engelliyor. İşçilik ise biraz sıkıntılı. Daha doğrusu bir noktada göze çok batan bir hata var. Ön ve arkadaki gri ızgaraların gövdeye birleştiği noktalardaki gri renkli contalar çok özensiz yapıştırılmış. Hem contanın kendisi kalitesiz, hem de sanki birisi öylesine yapıştırıcıyla oraya tutturmuş gibi duruyor. Yanlış anlaşılmasın, kolay kolay çıkmaz yerinden, ama ürünün genelinin sunduğu kalite hissini vermiyor bu contamsı şey. Onun haricinde sıkıntı yok, BS-2 gayet "birinci sınıf" duruyor.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0855.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0855.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br />Tabi konu hoparlör olunca ses kalitesi yukarıda bahsettiğim şeylerin hepsinin önüne geçiyor. Bluedio BS-2'nin üzerinde iki tane 40mm çaplı sürücü var. Her sürücü 3 watt gücünde, yani toplam güç 6 watt. Fotoğraflarda da görüldüğü üzere hoparlörün arka tarafı da açık. Üreticiye göre bu sayede bass kalitesi artıyormuş. Sürücüler küçük olunca beklentileri de ona göre ayarlamak gerekiyor. Ben BS-2'nin ses kalitesini beğendim. Tabii ki öyle çok yüksek ses veremiyor, kapasitesi belli. Büyük hoparlörlerdeki bass derinliğini de yakalamak mümkün değil. Ancak hem müzik dinlerken, hem de podcast'lerde bu boydaki bir hoparlör için gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Ürünü bir haftadır kullanıyorum, hiç "ya ufak hoparlör de çekilmiyor, ne bu böyle plastik gibi ses" filan dedirtmedi bana. Daha iyi ses veren Bluetooth hoparlörler bulunur elbette, ama ödenecek fiyat BS-2'ye göre çok daha yüksek olacaktır. Ürünün üzerinde "3D" tuşu var, ancak sadece Bluetooth ile bağlandığında bu 3D modu devreye girebiliyor. Açıkçası pek fark göremedim, belki bazı müzik tiplerinde aradaki fark daha fazla hissedilir. Ses konusunda beğendiğim bir diğer şey de sağ ve sol kanalların güzel ayrışması oldu. Ürünü tam karşıma koyup dinlediğimde sanki hoparlörler odanın iki ayrı köşesindeymiş gibi ayrıştırılmış bir ses duydum. Radyo dinlerlen filan pek önemli değil, ama film ve oyunlarda faydalı olabilecek birşey bu. Yoklukta bilgisayar hoparlörü olarak da kullanılabilir yani.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0858.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://teknoseyir.com/wp-content/uploads/2015/09/DSC_0858.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br />BS-2'nin Bluetooth eşleşmesi oldukça hızlı ve pratik. Güç tuşuna basılı tutunca eşleşme moduna giriyor, telefonun Bluetooth özelliğini açınca da hemen bağlanıyor. Menzili detaylı olarak ölçmedim ama yan odadan çekti. Üreticiye göre 10 metre menzili varmış. Pil ömrü bana yeterli geldi. Benim kullanımımda 15-16 saat tek şarjla çalıştı. Bunun 5-6 saatlik kısmında kablolu kullandım (malum, telefonun radyosunun çalışması için kablolu bağlantı gerekiyor), geri kalanında ise Lumia 520 ile kablosuz kullandım. Pil ömründe sıkıntı yok, ama ürünü tasarlayanlar pil durumunu gösteren birşeyler koymamışlar BS-2'ye. Yani bir LED ile en azından kabaca pilin bitmeye yaklaştığını filan gösterse güzel olacakmış. Ben kullanmadım, ama ürünün üzerinde telefon görüşmesi yapabilmek için bir de mikrofon var. Bluetooth ile telefon bağlandığında gelen çağrılar doğrudan BS-2 üzerinden cevaplanabiliyor.<br /><br />Son kısımda hepsini özetleyeyim, bitireyim. Ben Bluedio BS-2'den memnun kaldım. Tek canımı sıkan şey ızgaraların etrafındaki lastik contamsı şey oldu, bir de pil durumu göstergesinin olmaması pek mantıklı gelmedi. Bunun haricinde herşeyiyle başarılı bir ürün. Fiyatının uygun olması da önemli bir etken tabi. Şu anda BS-2 30$ civarına satılıyor. Ben kampanyadan 19$'a aldım. Araştırılırsa hala uygun fiyata bulunabilir belki. Bendeki krem rengine çalan beyazı beğenmeyenler için metalik gri, siyah ve altın sarısı renkleri de mevcut. Ayrıca, daha güçlü ve kaliteli ses isteyenler de aynı firmanın BS-3 modeline bakabilirler. Temelde birbirine çok benziyor bu iki ürün, ama BS-3 daha güçlü ve daha büyük sürücülere sahip. Tabi onu denemediğim için aradaki kalite farkı verilen ekstra ücrete (onun fiyatı 50$, baya fark var yani) değer mi bilemiyorum. BS-2'yi makul fiyata düzgün ses verecek Bluetooth hoparlör arayanlara tavsiye ederim. Hele fiyatı tekrardan 19$'a düşerse ben bir tane daha alırım, çünkü fiyatını hakediyor.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-66529191120901780992015-09-11T21:57:00.000+03:002015-09-11T21:57:10.380+03:00Batması gereken firma: TeknosaFaşist filan değilim ben, ama milliyetçi bir insanım. Kendi ülkemin firmalarını hep desteklerim. Lakin bazen öyle şeyler oluyor ki, o firmanın batıp gitmesini, yerine de yabancı firmaların gelip adam gibi hizmet vermesini istiyorum. İşte bu durumlardan birini anlatacağım size.<br />
<br />
Bugün 11 Eylül. Günlerden Cuma. Tam iki hafta önce, yani 28 Ağustos'ta Teknosa'nın internet sitesinde yaptığı bir kampanyadan yararlanarak bir kulaklık aldım. Kulaklığa da çok ihtiyacım yok aslında, ama o fiyata o ürün çok iyi gibi geldi, seyahatte filan kullanırım diye aldım. Daha doğrusu almaya teşebbüs ettim. Alıp alamadığım henüz belli değil, çünkü alışverişimin üzerinden iki hafta geçtiği halde ürün elime geçmedi. Üstelik, kargolarda oluşabilecek gecikmelerin önüne geçebilmek için alışveriş esnasında evimin yakınındaki Teknosa mağazasından teslim alma seçeneğini işaretlemiştim. Yani tek yapmaları gereken sevkiyat esnasında o ürünü o mağazaya getirmek. Kapıma kadar gelmesini de beklemiyorum.<br />
<br />
Tabi ben de bu süre zarfında boş durmadım. İlk hafta pek ses çıkarmadım. Bir hafta süre tanıdım yani kendilerine. Ancak aynı kampanyadan yararlanarak aynı ürünü alan iki arkadaşımın eline ilk haftanın ortalarında ulaştı ürün. Üstelik bu arkadaşlarımdan biri Marmaris'te, diğeri Eskişehir'de yaşıyor. Hani başka vilayetlere geç ulaşır, İstanbul'a daha kısa sürede gelir ya genelde, burada tam tersi olmuş. Olabilir tabi, herşey tıkır tıkır işlemiyor her zaman. Ufak tefek aksaklıkları hoşgörüyle karşılamak lazım. Benim sinirlerimi sıplatan şey daha farklı.<br />
<br />
Ürünü alan arkadaşlarımdan biri kendisine "ürününüz teslim edilmeye hazır" mesajı gelmediği halde mağazaya gittiğini, ürünün mağazada beklediğini, mesaj atmayı unuttuklarını söyledi. Ben de geçtiğimiz Cumartesi, yani siparişi vermemin üzerinden 8 gün geçtikten sonra belki benim kulaklığım da mağazada bekliyordur diye umutlanıp mağazaya uğradım geçerken. Yokmuş, gelince haber veriyorlarmış. Sipariş durumumu Teknosa'nın çağrı merkezinden öğrenebilirmişim. Eve döndüm ve Teknosa'nın çağrı merkezini aradım. Esas komedi bundan sonra başladı zaten.<br />
<br />
Konuştuğum kişi, yani çağrı merkezi görevlisi bana zaten bildiğim şeyleri söyledi. Yani çağrı merkezi bile olsa bu kişiler bu firmanın çalışanı, ama benim Teknosa'nın sitesinde gördüğümden fazlasını göremiyorlar. Görüyorlarsa da söylemiyorlar. Neyse, ben biraz söylendim, işte "böyle şey mi olur, kaç gün geçti ürün gelmedi" filan dedim. "Departmana bildirdik, size dönecekler" dediler. Dönen olmadı. Birkaç saat sonra tekrar aradım. Biraz daha sert konuştum. Görevli bana aynı şeyleri tekrarladı. Bir saat kadar sonra tekrar aradım. Daha da sert konuştum. Sinirlenmiştim, çünkü kimse durumu umursamıyordu. O kulaklığın Pazar günü (yani ertesi gün) mağazaya teslim edilmesini talep ettiğimi söyledim. Hep "şikayetinizi iletiyoruz" dediler. Pek iletken insanlar gerçekten.<br />
<br />
Sonunda Teknosa'dan birisi beni aradı. Yetkili olsa gerek, yani çağrı merkezi çalışanlarıyla zaten saat başı muhabbet ediyoruz. Aynı şeyleri söyledi. Ben de kendisine kulaklığı hemen istediğimi söyledim. Böyle bir uygulamaları yokmuş. Nasıl bir uygulamaları olduğu belli zaten. Adam bana satış sözleşmesinde beş iş günü içinde teslim edilmesi gerektiğinin yazdığını söyledi. Ben de kendisine zaten beş iş günü geçtiğini söyledim, "eeee... öööö..." gibi sesler çıkarmaya başladı. Mavi ekranın sesli hali yani. Biraz söylendim, biraz bağırdım, sistemlerinin çok kötü olduğunu söyledim. Umursamadı tabi. "Eğer kulaklık elime geçmezse yarın gidip mağazada olay çıkaracağım" dedim, onu da umursamadı. Dünya yansa hasırı yanmayacak. Bunun üzerine ben iyice sinirlenip bağırmaya başlayınca telefonu kapattı. <br />
<br />
Pazartesi günüydü sanırım, mağazaya tekrar gittim. Durumu anlattım. "Bizim onlarla alakamız yok, biz sadece gelen ürünü teslim ediyoruz" dediler. Çağrı merkezini tekrar aradım, yetkiliyle görüşmek istediğimi söyledim. Öyle her istediğimde görüşemiyormuşum. Yetkili canı isterse bana dönüyormuş. Dönmediler tabi. Çarşamba günü aradım, yine aynı konuşma geçti çağrı merkeziyle aramızda. Ben söylendim, onlar ileteceklerini belirttiler. Yalnız sadece bir tanesinde görevli bana ürünün normalde İzmit mağazasından gönderildiğini, ama orada kalmadığını, Hatay mağazasından gönderileceğini ama oranın da henüz ürünü kargoya vermediğini söyledi. 10 gün boyunca alabildiğim en somut yanıt buydu. Kendisine nazikçe teşekkür ettim, görüşme sonrasında yapılan ankette de yüksek puanlar verdim.<br />
<br />
Tekrar geldik Cuma akşamına. Yarın Cumartesi. Tekrar arayıp söyleneceğim, onlar da tekrar aynı şeyleri söyleyecekler. Siparişin üzerinden toplamda 14 normal gün, 10 iş günü geçti. Hareket yok. Bu nasıl bir firmadır ki, mağazalarıyla sitesinin birbiriyle hiç alakası yok, birşey sormak için bile yetkili birine ulaşılamıyor, herhangi bir şikayet durumunda geri dönen olmuyor, hata yaptıkları halde birisi de "kusura bakmayın bir aksama olmuş, özür dileriz, en kısa zamanda halledeceğiz" demiyor, kimse bir çözüm önermiyor. Bu firma kendi sektörünün en büyük firmalarından biri. Bir firmanın mağazası o firmanın şubesidir. Halbuki mağazaya gidiyorum, "bizim bilgimiz yok" diyor. Aramam gereken numarada bana cevap verenler sadece şikayetimi iletebiliyorlar.<br />
<br />
Bir arkadaşım çağrı merkezi çalışanlarına söylenmemin ve bağırmamın yanlış olduğunu söyledi. Haklı aslında. O haklı da, ben de haklıyım. Bir ürün almışım, parasını peşin ödemişim, ama ürün iki hafta sonra hala elime geçmemiş. Benim birilerine söylenmem lazım. Teknosa'da ulaşabildiklerim sadece çağrı merkezi çalışanları. Bir yetkili gelsin, ona da bağırırım, zira hakediyorlar. <br />
<br />
Sonuç olarak kulaklık hala gelmedi işte. Yarın bana dönüş yapsalar bile "şu anda birşey yapamıyoruz, kargolar kapalı" diyecekler. Önümüzdeki haftaya atacaklar, önümüzdeki hafta da tekrar sallayacaklar. İşte bu yüzden Teknosa batmalı. İflas etmeli. O beceriksiz çalışanları da işsiz kalmalı. Kimsenin ekmeğinden olmasını istemem, ama bu kadar umursamaz ve beceriksiz adamların hala maaş alıyor olmaları bana dokunuyor. Kapansın, bitsin, gitsin. Amazon gelsin Türkiye'ye. Best Buy geri gelsin. B&H gelsin ya. Çok ciddiyim, gavur mavur demem, onlardan yaparım alışverişi. Zira müşteri memnuniyetine daha fazla önem vereceklerini, desteğin de bu kadar boktan olmayacağını biliyorum. Kimsenin ciddiye almadığı Çinli küçük esnaf bile 2$'lık siparişin nerede kaldığını sorduğumda birkaç saat içinde dönüş yapıyor, eğer belirtilen sürede elime ulaşmadıysa hemen yenisini yolluyor. Bizim sektör devi Teknosa telefonlara cevap vermekten aciz.<br />
<br />
Son olarak; Teknosa için bunları söyledim ama diğerlerinin de ondan farkı yok. Vatan Bilgisayar da aynı, Bimeks de. Ben sadece örneği Teknosa'dan verdim. Diğerlerinin de boktanlık konusunda pek eksiği yok. Hepsi aynı pisliğin bir parçası.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-27473263857551623592015-04-10T23:04:00.000+03:002015-04-10T23:04:43.395+03:00RAM üzerinden bilgisayar kontrolünü ele geçirmek<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghDhFMiL5-2TM_XtMNJAJP0o9sRD-GtaC1J-ZZAqkzH5BTey7ByguEVmqMRbEikx9zdqGcIewQuOWeiucObo-T_aabiPccQiJDnWIyY0Bz2scCmwcld7Xsani-hdrpcFW137Yi2KxuLJ6h/s1600/google-project-zero.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghDhFMiL5-2TM_XtMNJAJP0o9sRD-GtaC1J-ZZAqkzH5BTey7ByguEVmqMRbEikx9zdqGcIewQuOWeiucObo-T_aabiPccQiJDnWIyY0Bz2scCmwcld7Xsani-hdrpcFW137Yi2KxuLJ6h/s1600/google-project-zero.png" height="208" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
<a href="http://googleonlinesecurity.blogspot.com.tr/2014/07/announcing-project-zero.html" target="_blank">Google Project Zero</a>, Google'ın güvenlik açıklarını araştıran ve bunu ilgilere ileten, kapatmaları için 90 gün süre verip, kapatılmaması halinde bunları afişe eden bir oluşum. Kendilerini bu yılın başında Windows 8.1'in kritik açıklarını yayınlamasıyla Microsoft'u ziyadesiyle <a href="http://mashable.com/2015/01/12/microsoft-vs-google-security/" target="_blank">kızdırdıklarında</a> tanımıştık.<br />
<br />
GPZ, geçtiğimiz günlerde çok daha ilginç ve ciddi bir açık <a href="http://arstechnica.com/security/2015/03/cutting-edge-hack-gives-super-user-status-by-exploiting-dram-weakness/" target="_blank">keşfetti</a>. Buna göre bazı model DDR3 hafıza yongalarında hafızaya bir süre sürekli erişerek, hafızanın erişmediğiniz kısımlarını maniple edebiliyorsunuz. Yani bir sunucunun yönetici haklarını elde edebiliyorsunuz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimZDHKnQ1drUeIQ1qK6rE6f0MNJhyphenhyphensEfAN2nUkJpjxXVfhLiWmWN9rXzngaBb9yH6l7adJuJrguygeubj6Q1YHwmFIlNRW6QC_P64rAPvt3o58qVsCwZHHHiBBDQQ8WhuxR3s9I1RbOp7O/s1600/30nm-ddr3-1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimZDHKnQ1drUeIQ1qK6rE6f0MNJhyphenhyphensEfAN2nUkJpjxXVfhLiWmWN9rXzngaBb9yH6l7adJuJrguygeubj6Q1YHwmFIlNRW6QC_P64rAPvt3o58qVsCwZHHHiBBDQQ8WhuxR3s9I1RbOp7O/s1600/30nm-ddr3-1.jpg" height="255" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
Bu aslında aralarında Onur Mutlu ismininde olduğu bir grup bilim insanının geçen sene keşfettiği bit atlatma tekniğiyle yapılıyor. Bilgisayarda bilgiler birler ve sıfırlar halinde saklanır ve işlenir. Bazı RAM çiplerindeki açık sayesinde, bellekteki bitlerin durumunu değiştirebiliyorsunuz. Yani basitçe "yönetici mi? hayır(0)" şeklindeki kayıtı "yönetici mi? evet(1)" haline getirebiliyorsunuz.<br />
<br />
Bu açık için <a href="http://nacl.cr.yp.to/" target="_blank">NaCl</a> (hayır tuz değil, <i><b>Na</b>tive <b>Cl</b>ient</i>) gibi doğrudan makine kodu çalıştırabilen kütüphanelerden yararlanılıyor. Bu kütüphaneler aslında güvenli, üstelik sandbox üzerinde <a href="https://developer.chrome.com/native-client" target="_blank">çalışıyor</a> yani izole bir ortamda. Bu durum, açıktan yararlanmanızı etkilemiyor. Çünkü size ayrılan bölümde yaptığınız işlemler bellek yongasındaki sizden saklanan bölümü, elektriksel bir sorun yüzünden etkiliyor.<br />
<br />
Sorun donanımsal. Bazı RAM'lerde soruna rastlanırken bazılarında rastlanmıyor. Ve yazılımsal bir yama, yani bir BIOS yaması sorunu çözecek gibi görünmüyor. Google bu yüzden, bilgisayarınızın açıktan etkilenip etkilenmediğini test edebilmeniz için bir <a href="https://github.com/google/rowhammer-test" target="_blank">araç yayınladı</a>. GNU/Linux ve OS X üzerinde çalışan bu yazılımla bilgisayarınızı test edebilirsiniz. Bu zamana kadar yapılan testler, piyasadaki ürünlerin büyük çoğunluğunun bu açıktan etkilendiği yönünde.<br />
<br />
Bu tür bir açık, aslında beni şaşırtmadı. Çünkü bu tür ürünler yüksek üretim teknolojileriyle üretiliyor. Yukarıda bahsettiğim bilgileri oluşturan bitler, aslında minik bir kapasitörün dolu ya da boş olmasıyla tespit ediliyor. Bu kadar küçük bileşenlerle üretilmiş ürünlerde, elektrik sızıntısı ve bu sayede verinin bozulması olası. İşlemcisine hızaştırma yapanlar, bir süre yüksek voltaj altında kullandıklarında artık işlemcinin o hızlara çıkamadığını, daha yüksek voltaj istediğini bilirler. Bu durum da, kaçak voltaj sorunu.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI_1vU2II-8k5__QIOv8In2W1zmmQqBLO6ZzF0VBrWPdpe6zz3-JiBazFzmc7Du-CUf3DIXvTsntWx9NTTvAvlIgyrZ08gd-iJTDHqNYlUFmJrSDQkq7_Wnq3SW-W3CxWvPzchhOXYJ9ZW/s1600/eec.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI_1vU2II-8k5__QIOv8In2W1zmmQqBLO6ZzF0VBrWPdpe6zz3-JiBazFzmc7Du-CUf3DIXvTsntWx9NTTvAvlIgyrZ08gd-iJTDHqNYlUFmJrSDQkq7_Wnq3SW-W3CxWvPzchhOXYJ9ZW/s1600/eec.jpg" height="212" width="320" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><span style="background-color: white; color: #333333; font-family: 'Open Sans', sans-serif, 微軟正黑體, Meiryo; font-size: 15px; line-height: 30px; text-align: start;">Transcend marka bir DDR3 RAM'deki ECC modülü</span></td></tr>
</tbody></table>
<br />
Şimdi bazılarınızın aklına özellikle gerçek sunucu bilgisayar RAM'lerinde kullanılan ECC (Error Check and Correction) özelliği gelecektir. Bu işlem evet, bozulmuş bitleri bulup tamir eder. Ancak çalışma algoritmasından dolayı, çözüm değil sadece önlem aşamasında kalıyor. Zaten esas tehlike, sunucu bilgisayarlara yönelik. <br />
<br />
Sonuç olarak donanım üreticileri daha sıkı çalışıp, daha "şeytani" testler yaparak güvenlik düzeyini yükseltmeli. Çünkü bir kere seri üretime geçildiğinde, geri dönüş kolay olmuyor. Burada olduğu gibi her sorun, yazılım düzenlemesiyle çözülemiyor.<br />
<br />
<br />
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/16317538462240823976noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-8761338915502076562014-12-14T18:57:00.000+02:002014-12-14T18:57:23.421+02:00Monster USB çıkışlı akım koruyucu priz incelemesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0210.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0210.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Bu yazıda bahsedeceğim ürün aslında öyle çok komplike bir ürün değil, hatta çoğu kişinin gördüğünde önemsemeden geçeceği cinsten birşey. Buna rağmen tek cihazda birden fazla işlevi birleştirmesi ve sunduğu kullanışlılık açısından ilgiyi hakeden bir ürün. Ülkemizde daha çok meşhur Beats kulaklıkların üreticisi (Apple öncesi dönemde tabi) olarak tanınan Monster tarafından üretilen bu cihaz aslında basit bir tek çıkışlı akım koruyucu priz. Bunu ilgi çekici yapan kısmı ise üzerinde bulundurduğu iki tane USB çıkışı. Tahmin edileceği üzere bu çıkışlar telefon, tablet gibi cihazların şarj edilmesinde kullanılıyor.<br />
<br />
Cihazın üzerindeki USB çıkışları verdikleri akım bakımından birbirlerinden ayrılıyor. Soldaki USB çıkışı daha çok büyük bataryalı cihazlar (yani tabletler, pil kapasitesi yüksek telefonlar veya büyük harici bataryalar) için ayrılmış ve 2.1A akım verebiliyor. Sağdaki USB çıkışı ise daha küçük cihazların şarj edilmesinde kullanılıyor ve 1.0A akım veriyor. USB çıkışlarındaki akımı ve voltajı ölçebilecek donanım elimde yok, ancak şarj sürelerine göre yaptığım testlerde çıkışarın bağladığım cihazları benzer güçteki güvenilir şarj adaptörleriyle aynı sürede şarj ettiğini gördüm. Bu da ambalajda belirtilen değerlerin doğru olduğu anlamına geliyor. İki USB çıkışı aynı anda kullanılsa da performans düşmüyor. Benim gibi hergün şarj etmeniz gereken birden fazla cihazınız varsa bunun ne kadar işe yarar bir özellik olduğunu anlamışsınızdır.<br />
<br />
Bu tip ürünler ülkemizde "akım koruyucu priz" ismiyle geçiyor ancak aslında bu ürünlerin sağladığı koruma akımla alakalı değil, gerilimle alakalı. Herhangi bir sebepten dolayı şebekenin voltajı aniden yükselirse bu cihazlardaki koruyucu röleler devreye giriyor ve gücü kesiyor. Böylece teknolojik cihazlarımız yüksek gerilim yüzünden hasar görmüyor. Gündelik hayatta hiç işe yaramayan, hatta varlığını unutacağımız bu özellik bir kere işe yaradığında hayat kurtarabiliyor, çünkü yüksek gerilim sadece cihaza zarar vermekle kalmıyor, yangına da sebep olabiliyor. Bu yüzden evde sürekli fişe takılı duran cihazları bu tip koruyucu prizlere bağlamak hem maddi, hem de manevi yönden gerekli bir önlem. Monster'ın bu ürünü 918 Joule güce dayanabiliyormuş. Elektronik mühendisi olmadığım için bunun tam olarak neye denk geldiğini bilmiyorum, ama normal bir ev kullanıcısına yeterli olacaktır herhalde.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0209.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0209.jpg" height="640" width="428" /></a></div>
<br />
Monster ülkemizde pek tanınmasa da ev elektroniği aksesuarları sektörünün önemli firmalarından. Ürünleri genelde muadillerine göre biraz daha pahalı olur, ama kalitelidir. Bu üründe de aynı kaliteyi görmek mümkün. Zaten bu ürünün tercih edilebilir olmasının sebebi bu. Hem akım koruyucu özelliğinin, hem de şarj için kullanılacak USB çıkışlarının kaliteli olmaları önemli. Monster'ın hemen her ürününde gördüğümüz "bunu kullanırsan daha kaliteli ses, daha net görüntü alırsın" hikayeleri bu ürünün kutusunda da anlatılmış. Yok tabi öyle birşey, o yüzden bunları fazla ilgilenmeden geçiyoruz, ürüne odaklanıyoruz. Malzeme kalitesi gayet iyi, USB çıkışları da oldukça başarılı. Ürün yapması gereken işi hakkıyla yapıyor yani.<br />
<br />
Peki, bu ürünü neden alalım? Yani sonuçta şarj cihazıyla da aynı işi halletmek mümkün. Şöyle ki; bu ürünün yaptığı işi şarj cihazlarıyla yapabilmek için iki tane (kalitelisinden) şarj cihazı lazım. Sonra, bir de bu şarj cihazlarını takacak birer priz lazım. Eğer odanızda, ofisinizde veya cihazlarınızı nerede şarj ediyorsanız orada yeterince priz yoksa bunun ne büyük bir sıkıntı olduğunu biliyorsunuzdur zaten. Bu ürün iki şarj cihazının yaptığı işi yapıyor, üstelik işgal ettiği prizi size tekrar geri veriyor. Böylece priz harcamadan derli toplu bir pakette iki tane USB çıkışı elde etmiş oluyoruz. Bence güzel birşey.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0208.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://gbfpic.com/images/2014/12/14/DSC_0208.jpg" height="640" width="428" /></a></div>
<br />
Ürünün fiyatı bu yazı yazıldığı sırada 60 liraydı. 40 lira civarına benzer yapıda, ama Monster kadar güvenilir olmayan markaların ürünlerini bulmak da mümkün. Tabi o ürünlerin USB çıkışları doğru akımı verir mi, veya koruyucu rölesi gerçekten çalışır mı bilemem. Monster markası ürünün biraz daha güvenilir olmasını sağlıyor yani. Ürünün kutusundan şarj için herhangi bir kablo çıkmıyor, yani bunu sabit bir şarj istasyonu olarak kullanmak isteyenler cihazlarına uygun kablo fiyatlarını da maliyete eklemeliler. Ben genel olarak üründen memnun kaldım, kullanım veya performans açısından da herhangi bir kusurunu göremedim. Açıkçası kaliteli şarj cihazlarının fiyatlarına baktığımda da verdiğim 60 liranın gayet makul olduğunu düşünüyorum. Monster'ın USB çıkışlı akım (aslında gerilim) koruyucu prizini benim gibi "şarj dertlisi" kullanıcılara tavsiye ederim.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-20483244751046938772014-10-14T17:25:00.000+03:002014-10-14T18:05:08.776+03:00Tablette Windows 8.1 deneyimi (Acer Iconia W4 ile)Bu tam bir inceleme değil, daha doğrusu klasik anlamda bir ürün
incelemesi değil. Bu yazıda elimden geldiğince Windows 8.1 kullanan
tabletle yaşadığım kullanım deneyimlerini paylaşacağım. Ekran görüntüsü
koymayacağım, çünkü Windows 8.1’in arayüzünü zaten herkes az çok
biliyor, kullanmayan da bir şekilde görmüştür.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://gbfpic.com/images/2014/10/14/DSC_0127Kopyala.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://gbfpic.com/images/2014/10/14/DSC_0127Kopyala.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
Kullandığım cihaz Acer Iconia W4 64GB. Burada yok bildiğim kadarıyla,
ABD’den aldım. Burada da onun muadili cihazlar satılıyor ama, gördüğümü
hatırlıyorum. Hemen her markanın muadil ürünleri var. Microsoft küçük
ekranlı cihazlardan Windows için lisans ücreti almayı bırakınca (veya
özel bir indirim yapınca) her üretici girdi bu işe. Acer Iconia W4
rakiplerine göre biraz daha hızlı disk kullandığı için bana göre
diğerlerinden bir adım daha önde. Diğerlerinde de farklı avantajlar var
tabi. Asus’un Windows 8.1’li tabletinde kalem desteği vardı mesela.
Neyse, ben Acer’ı seçtim, ama diğerleri de aşağı yukarı aynı işte. Yeni
çıkan, daha düşük donanımlı ve daha ucuz modeller de var, hatta 100$
seviyesine kadar inebiliyor fiyatları, ama tabi o kadar da inmemek lazım
mümkünse.<br />
<br />
Acer Iconia W4 ve muadili 200-250$ fiyat seviyesindeki ürünlerin
hemen hepsinde donanım aynı. 1280×800 çözünürlüğünde ekran, Intel Atom
Z3740 işlemci (dört çekirdekli 1.33GHz, turbo modunda 1.8GHz), 2GB ram,
32GB veya 64GB depolama alanı ve MicroSD kart girişi sunuluyor.
Bildiğiniz netbook aslında, çok da farklı birşey değil. Bunun farkı 8″
ekranlı, çantada taşınabilen hafif (430 gram) bir tablet halinde
sunulması.<br />
<br />
<a name='more'></a>Herkes gibi ben de 2GB sistem belleğini görünce biraz ürkmüştüm. 4GB
bile bize zor yetiyor, 2GB nasıl yetsin? Kullanım tarzını değiştirince
yetiyor işte. Şöyle ki; cihazda tam teşekküllü (RT olmayan, masaüstü
tipi) Windows 8.1 yüklü. Bu yüzden normal bir bilgisayarda yaptığımız
hemen herşeyi (ekran kartı gerektirmeyen şeyleri tabi) bunda da
yapabiliyoruz. Ancak, bunun küçük ekranlı bir tablet olduğunu unutmamak
lazım. Zaten ekranın boyutu da bize bunu sürekli hatırlatıyor. Masaüstü
modu var ve gayet düzgün çalışıyor, ama hem minicik yazıları görmek zor,
hem de gördüğümüz birşeye tıklamak çok zor. Bu yüzden mecbur kalmadıkça
masaüstü modu yerine o kimsenin sevmediği Metro arayüzünü kullanmayı
tercih ediyoruz. Zaten Metro arayüzü de bunun için tasarlanmıştı.<br />
<br />
Tablette kullanınca o hep gıcık olduğumuz Metro arayüzünü daha bir
sevdim ben. Bir kere, hem Metro arayüzünde, hem de masaüstü modunda
tablet oldukça akıcı çalışıyor. Tabi işlemci güç tasarrufu için
tasarlanmış zayıf bir işlemci, bellek de kısıtlı, o yüzden harikalar
beklememek lazım. Ancak depolamanın flash tipinde olması SSD performansı
veriyor alete. Tabi güncel SSD’lerin 500MB/s okuma yazma hızı yok, ama
arama süresi denen lanet şeyin olmaması cihazın çalışmasını acaip
hızlandırıyor. Şöyle diyeyim: Basit birşey yapacaksanız güçlü işlemcili
ama mekanik diskli bir cihazdan çok daha hızlı çalışıyor Windows’lu
tablet. Açılışı hızlı (birkaç saniyede masaüstünde olmak mümkün),
kapanışı hızlı, uygulama açılışları hızlı, herşey hızlı.<br />
<br />
Peki ne yavaş? Öyle ya, bu kadar zayıf donanımın birşeyleri
yavaşlatması gerekir. İşlem gücü gerektiren şeyler yavaş. Örneğin
sıkıştırılmış dosyaların açılmasında yavaşlığı hissettiriyor. Uygulama
kurulumlarında (o da sıkıştırılmış dosya açılımı aslında) yavaşlık
farkediliyor. Diskle fazla işi olmayan, küçük veri paketleri üzerinde
yoğun işlem yapılmasını gerektiren şeyler bu tablette yavaş çalışıyor.
Tabi yavaşlık dediysem öyle ölü yavaşlığı değil, dört çekirdekli işlemci
var sonuçta, ama hani Core i5 veya üzeri işlemcili bir sistem
kullananlara biraz ağır gelecektir bu işlemler. Tabi her dakika böyle
şeyler yapmadığımız için bu da pek farkedilmiyor, zaten tabletin
kullanım alanı da bu değil.<br />
<br />
Bilindiği üzere Windows 8’in kendi uygulama mağazası var. Buradan
Metro arayüzünde çalışan uygulamaları indirebiliyoruz. Normalde diğer
tabletlerde sık kullanılan çoğu uygulama burada da mevcut. Facebook,
Twitter, Foursquare gibi uygulamalar “resmi uygulama” olarak yerlerini
almışlar mağazada. Bunlar sanki mobil uygulama gibi daha basit
arayüzlere sahip oldukları için acaip akıcı çalışıyorlar. Haliyle pil
tüketimleri de oldukça düşük. Benzer şekilde Microsoft’un kendi
uygulamaları da mağazayı zenginleştiriyor. Cihazda GPS özelliği var,
yazılım olarak da ücretsiz Here Maps (Nokia’nın harika harita –
navigasyon uygulaması) yüklenebiliyor. Yeni ve popüler çoğu oyun artık
Windows 8 mağazasına da geliyor. Baya güzel oyunlar mevcut. Tabi
Windows’un uygulama mağazası AppStore veya Google Play kadar kapsamlı
değil. Hala eksikler mevcut. Mesela Instagram için resmi uygulama yok.
Feedly yok, alternatifleri var, onları da ben pek beğenmedim. Facebook
Messenger yok. Mevcut Facebook uygulaması da kenarda kişi listesi
göstermediği için tam olarak kimlerin o an online olduğunu görmek mümkün
değil. Tabi bu eksiklikler zamanla kapanır ama şu anda böyle bir tablet
alanlar bu uygulamaları an itibariyle bulamayacaklarını bilmeliler. Her
markada var mı bilmiyorum ama Acer bir güzellik yapıp ev ve öğrenci
lisanslı Microsoft Office paketini de cihaza dahil etmiş. Kutudan çıkan
lisans kodunu girince aktifleşiyor. Libre Office de benim işimi görüyor
normalde ama bu yine de güzel bir detay, hoşuma gitti.<br />
<br />
Cihaz Windows’lu olunca standart tarayıcısı da haliyle Internet
Explorer oluyor. Tablette Internet Explorer 11’in iki farklı versiyonu
mevcut. Bunlardan ilki zaten hepimizin bildiği masaüstündeki IE11. Bir
de bunun Metro arayüzünde çalışan hızlı ve hafif kardeşi var. Altyapı
bildiğim kadarıyla aynı, ama Metro arayüzündeki IE biraz daha tablet
dostu arayüze sahip. Windows Phone’daki Internet Explorer’ın daha büyük
ekranda çalışan, daha gelişmiş bir versiyonuna benziyor. İki IE olması
ilk başta kafa karıştırıyor, ama bu iki tarayıcı birbiriyle senkronize
çalışıyor. Yani mesela masaüstündeki IE ile bir sayfayı yer imlerine
eklediğinizde Metro arayüzündeki tarayıcının yer imlerinde de aynı
sayfayı görüyorsunuz. Bu güzel olmuş. Ben normalde IE sevmem ama
tablette özellikle Metro arayüzündeki Internet Explorer’dan memnun
kaldım. Neredeyse bir haftadır kullanıyorum, hala başka tarayıcı yükleme
ihtiyacı hissetmedim. Microsoft bu işi iyi kotarmış bence.<br />
<br />
Tablette ekran kartı sadece vekaleten bulunduğu için oyun konusunda
pek birşey beklememek lazım. Mobil oyunları, hatta 3D olanları bile
sorunsuz çalıştırıyor. O konuda sıkıntı yok. Tabi cihaz Windows’la
gelince insan biraz daha fazlasını bekliyor. Bejeweled gibi basit
oyunları oynamayı denedim. Origin kurdum. Kuruldu, ama çalışmadı. Origin
açılıyor, ama nedense kullanıcı adı ve şifre girilen satırlara birşey
yazılamıyor. Origin kilitlenmiyor bu arada, pencereyi hareket
ettirebiliyorum, sistem tepsisindeki ikonundan kapatabiliyorum. Sadece
giriş yapamıyorum. Garip bir durum, belki klavye ve fare bağlasam
düzelir. O olmayınca Steam kurdum. Zaten mobil kökenli olan Marvel
Puzzle Quest ve iBomber Defense – Pacific oyunlarını indirip denedim.
İkisi de sorunsuz çalıştı. Bunlar zaten iki boyutlu oyunlar, sistemi de
öyle pek yormuyorlar. Yalnız iBomber Defense’te birşeyleri seçerken hep
çift tıklamak gerekiyor. Bunu parmakla yapmak çok zor. Dokunmatik ekran
kalemiyle oluyor, ama işte o kalemi yanımızda taşımamız lazım bu sefer
de. Belki biryerlerde ayarı vardır bunun. Bu tip cihazlar arttıkça
dokunmatik ekranla kullanım için optimize edilmiş oyun ve uygulamaların
sayısı da artacaktır.<br />
<br />
Acer Iconia W4’te MicroSD kart girişi var. Ben buraya performansı
ortalama üzeri olan (UHS1) bir 32GB kart taktım. Windows bunu sabit disk
olarak görüyor. SD karta uygulama kurmak mümkün. Hatta mesela ben
Steam’i ve yukarıda bahsettiğim iki oyunu SD karta kurdum. Gayet güzel
çalışıyor, yavaşlık hissedilmiyor. Tabi iyice ucuza kaçıp yavaş bir kart
alsaydım belki performanstan şikayet ederdim, ama benim aldığım ve
zaten çok da pahalı olmayan kart beni memnun etti. Hafıza kartı olayı
önemli, çünkü Windows zaten kendi başına neredeyse 20GB yer tutuyor. E
bu aletlerin de genelde 32GB kapasiteli olanları satılıyor piyasada,
64GB olanı (aralarında 50$ oluyor genelde, tabi burada o fark daha da
büyük olur) az bulunuyor. Kapasite 32GB olunca düzgün kullanım için
hızlı bir kart kullanmak önemli, çünkü ister istemez sık sık o karta
birşeyler yazılıyor veya okunuyor.<br />
<br />
Cihazın aynı zamanda şarj olmasını sağlayan MicroUSB yuvasına OTG ile
flash disk bağlamak mümkün. Windows bunları sanki normal bilgisayarın
USB yuvasına takılmış flash disk gibi görüyor. Android’e göre daha
sorunsuz yani bu konuda. Yine aynı OTG kablosuyla diğer USB cihazları
(klavye, fare, gamepad, titreşimli masaj aleti, vs.) bağlamak da mümkün.
Tabi tüm bunlar gücü tabletten alıyor. O esnada tableti şarj
edemiyoruz, bu yüzden harici cihaz kullanımını abartmamakta yarar var.
Abartacaksak (hani niyeti bozmuşsak) en mantıklısı harici güç bağlantısı
olan bir USB çoklayıcı edinmek.<br />
<br />
Güç dedik, şarj dedik, pil ömrü meselesine de değinelim. Bu bir ürün
incelemesi olmadığı için cihazın şarj ömrünü farklı senaryolara göre
ölçmedim. Lakin şunu söyleyebilirim: Metro arayüzünde çalışan
uygulamalar pil tüketimi konusunda oldukça cimriler. Windows 8.1 de bu
konuda oldukça başarılı. Ancak masaüstü modunda çalışan uygulamalarda
böyle bir optimizasyon pek yok. Ben bu tabletleri amacına uygun şekilde
kullananların pilden şikayet edeceğini sanmıyorum.<br />
<br />
İşte, dönüp dolaşıp “amaca uygunluk” meselesine geldik. Evet, cihaz
tam teşekküllü Windows 8 çalıştırıyor. Teoride masaüstü
bilgisayarınızdaki hemen her uygulamayı (zorlayıcı oyunlar veya aşırı
işlem gücü gerektiren render uygulamaları gibi şeyler hariç) bunda da
çalıştırabilirsiniz. Pratikte ise masaüstü modu (en azından şimdilik)
kullanışlılıktan uzak görünüyor. Tabi tablete bir fare bağlayıp ekranın
dibine girerek bu handikap atlatılır, ama dışarıdayken masaüstü modunda
birşeyler yapmak biraz zor. Yine de böyle bir imkanın olması bile güzel.<br />
<br />
Türkiye’de fiyatlar biraz yüksek gibi, ama yutdışında bu tabletler 7″
orta karar Android tabletleriyle (mesela 2013 Nexus 7 ile) aynı
fiyatlara satılıyorlar. Eğer tabletten beklentiniz yoğun biçimde oyun
oynamak ve sosyal ağları arşınlamak ise Windows’lu tabletler “henüz”
sizi pek memnun etmeyebilir. İleride bazı uygulama açıkları
kapatıldığında bu durum değişir tabi, ama şu an vaziyet böyle. Eğer
sosyal ağları çok yoğun kullanmıyorsanız, mobil oyunları da “öylesine”
oynuyorsanız, hele bir de mobil platformlarda olmayan ama Windows
platformunda olan bazı uygulamalara dışarıda da ihtiyaç duyuyorsanız bu
tabletlere mutlaka bakın. Bence Microsoft iyi bir iş çıkarmış. Windows
10 geldiğinde bu tabletler ücretsiz güncelleme alır mı bilmem, ama yeni
işletim sistemiyle birlikte özellikle tablet modunda kullanışlılığın
artacağı kesin. Deneyimler şimdilik bu kadar, müsait olursam cihaza özel
bir inceleme de yapabilirim ileride. Okuduğunuz için teşekkürler.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-77670316801578616882014-10-09T16:31:00.000+03:002014-10-09T17:19:36.400+03:00AUVIO taşınabilir kulaklık amfisi incelemesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0119_zpsefbf3b68.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0119_zpsefbf3b68.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
Baştan söyleyeyim; "amfi değil, ampli diyeceksin" muhabbetlerine hiç girmek istemiyorum. Evet, aletin tam adı "amplifikatör", bunun kısasına da "ampli" diyor yabancılar. Lakin bizim memlekette bu sinyal güçlendiricilere amfi deniyor, dilimize böyle yerleşmiş. Ben de bu incelemede bu kelimeyi kullanacağım.<br />
<br />
Bu incelemeye konu olan ürün başlıktan da anlaşılacağı üzere AUVIO'nun taşınabilir kulaklık amfisi. Daha önce kulaklık amfisi kullanmışsanız zaten ne işe yaradığını ve ne kadar faydalı bir icat olduğunu biliyorsunuzdur, lakin kullanmamış olanlar için ben birazcık bahsedeyim. Kulaklık amfisi kulaklık çıkışındaki sinyali güçlendirmeye yarayan amfidir. Normalde kaliteli cihazların kulaklık çıkışlarındaki sinyal zaten yeterince güçlüdür. Tabi kullandığımız her cihaz kaliteli değil, bu yüzden çıkış gücü daha zayıf cihazlarla da karşılaşabiliyoruz. Ayrıca, bazen kaynaktaki ses zayıf kalıyor, cihazın verdiği maksimum ses yetersiz gelebiliyor. İşte bu durumlarda kulaklık amfisi çok işe yarıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0120_zpse966e4d3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0120_zpse966e4d3.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
Tabi kulaklık amfisinin tek kullanım sebebi kalitesiz cihazlar değil. İşin bir de kulaklık kısmı var. Üst seviye kulaklıklarda pek sorun olmuyor da, uygun fiyatlı kulaklıklarda üreticiler birşeylerden kırpıyorlar. Bu kırptıkları da genelde ya ses kalitesi, ya da kulaklığın ses gücünü etkileyen hassasiyet değeri oluyor. Zaten bu ikisi birden iyi olunca kulaklık ucuz olmuyor. Neyse; üretici işte bu seçeneklerden ikincisini seçip hassasiyeti düşük tutmayı tercih ederse normal güçteki kaynaklarla bile o kulaklıktan yeterli güçte ses alınamayabiliyor. Alternatif olarak, kaynağın ses gücü yüksek olsa da yüksek seviyede kaliteyi düşürebiliyor. Kullanım senaryoları muhtelif yani. İşte böyle durumlarda ihtiyaç duymadıkça varlığından haberdar olmayacağımız cihazlardan biri olan kulaklık amfisine ihtiyaç duyuyor insan.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0121_zpse9020485.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0121_zpse9020485.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
AUVIO ülkemizde pek tanınmayan bir marka. ABD'li meşhur elektronik mağazası RadioShack'in kendi markası. RadioShack genelde kendi markasıyla sade ama iş gören ürünler satar. Bu kulaklık amfisi de bu tanımlamaya uyuyor. Üzerinde ilgi çekici hiçbir detay yok. Düz, siyah bir kutucuk. Aşağı yukarı bir Zippo çakmak büyüklüğünde olan amfinin arka tarafında yakaya filan kıstırmaya yarayan bir klips bulunuyor. Üstte sinyal girişi, altta da kulaklık çıkışı ve şarj adaptörü için Micro USB girişi var. Yan tarafta da ürünün fonksiyonlarını kontrol etmeye yarayan tuşlar dizilmiş. Herşey olabildiğince basit ve düz, hatta ürünü fazla ucuz gösterecek kadar düz. Kullanılan mat plastik de (soft touch diyorlar ya, ondan) bu düz görünüme katkıda bulunuyor zaten.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0122_zpsa9f56918.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0122_zpsa9f56918.jpg" height="428" width="640" /></a></div>
Ürünün üzerinde iki tane LED var. Bunlardan biri ürünün ön yüzünde, AUVIO logosunun solunda. Bu LED bize ürünün çalıştığını veya şarj olduğunu gösteriyor. Üst kısımdaki diğer LED ise aktif olan equalizer ayarını görmemizi sağlıyor. Eğer bu LED yanmıyorsa EQ etkin değil demektir, yani ses sadece güçlendiriliyordur. Bunun haricinde bas ve tiz sesleri farklı oranlarda güçlendiren üç farklı EQ seçeneği mevcut, bunların herbiri için LED farklı renkte yanıyor. Yandaki tuş aşağı doğru çekildikçe diğer moda geçiyor. Aşağıdaki tuşlarla da ses seviyesi ayarlanıyor. Ürünün kullanımı gayet basit, bu da iyi birşey.<br />
<br />
Ben AUVIO kulaklık amfisinin kullanım performansını genel olarak beğendim. Kutusunda yazan şeyi yapıyor. Ucuz kulaklık amfilerinde görülen dar frekans aralığı sıkıntısı veya yüksek seslerde çatlama yapma sorunu bu üründe yok. Frekans menzili 10Hz - 40KHz aralığında. Bu da piyasada bulunabilen kulaklıkların hemen hepsine yetecek bir aralık. Sesi dinlemeyi güçleştirecek kadar yükselttiğim halde çatlama veya bozulma gözlemlemedim. Yalnız bir noktadan sonra kulaklık dayanmıyor ve seste çatlama oluyor, ama zaten o seste birşey dinlemek pek mümkün değil. Ürün ses çıkış gücünü 150mW'a çıkartıyor sonuçta, her kulaklık bu güçte sinyale dayanamaz. Belki daha kaliteli kulaklıklarla bu sorun da aşılır ama dediğim gibi o kadar güçlü ses pek gerekli birşey değil. Ürünün şarj ömrünü yeterli buldum, denemelerim sırasında birkaç gün yetti bana. Tabi kullanım sıklığına ve sesi ne kadar açtığınıza göre değişir bu. Firma 11 saatlik ortalama şarj ömrü olduğunu belirtmiş teknik özellik tablosunda. Ayrıca yolda şarj bitmesi durumunda artık neredeyse herkesin yanında taşıdığı taşınabilir bataryaya bağlayıp kısa sürede şarj etmek de mümkün.<br />
<br />
Kutusundan kaynağa bağlamak için kısa bir ara kablo çıkıyor. Cep telefonlarında kullanılan mikrofonlu veya kablodan kumandalı kulaklıkları düşünerek o türde dört kontakt noktalı 3.5mm soketli ara kablo vermişler. Bu da güzel birşey, bu amfiyi kullanırken kulaklıktaki mikrofondan olmak istemez kimse. Ben ürünün kolay toz toplayan mat kaplaması ve kalitesiz görünen tuşları haricinde bir kusurunu görmedim. ABD'de RadioShack mağazalarında 30$'a satılıyor, bu performansa göre fiyat gayet iyi. O taraflara giden birilerini tanıyorsanız veya sizin yolunuz düşecekse ve ara sıra da olsa kulaklık kullanıyorsanız bu ürünü edinmenizi önerebilirim. Beğendim yani, tavsiye ediyorum. Daha detaylı teknik bilgiye ürünün kendi <a href="http://www.radioshack.com/product/index.jsp?productId=24460646" target="_blank">sayfasından</a> ulaşabilirsiniz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-39952350063816766922014-06-20T15:37:00.001+03:002014-06-20T15:37:18.970+03:00Peugeot 508 makyajlanıyor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-mynA9WgWVWE/U6GXjkQtMsI/AAAAAAARUyY/jsRK0Yr8jNA/s1600/2015-Peugeot-508-20%25255B2%25255D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-mynA9WgWVWE/U6GXjkQtMsI/AAAAAAARUyY/jsRK0Yr8jNA/s1600/2015-Peugeot-508-20%25255B2%25255D.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Fransız otomobil üreticisi Peugeot nadir güzel modellerinden olan 508'in makyajlı versiyonunu tanıttı. 2010 yılında tanıtılan 508 D segmentinin sevilen modellerinden olsa da beklenen satış başarısını yakalayamamıştı. Peugeot modelde yaptığı bazı değişikliklerle daha fazla müşterinin ilgisini çekmek istiyor. Makyajlanan tüm modellerde olduğu gibi yeni 508'de de farlar, panjur ve tamponlar değişmiş. Kaputa birkaç kıvrım daha eklenmiş. Zaten şık bir arabaydı, ama biraz daha havalı görükmesi sağlanmış. Bence güzel olmuş, bir yandan da yeni 208 ve 308'de kullanılan tasarım anlayışına daha uyumlu hale gelmiş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-0zUv_nkYs_I/U6GW_btI0SI/AAAAAAARUvI/VN7_5t4I46Q/s1600/2015-Peugeot-508-7%25255B2%25255D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-0zUv_nkYs_I/U6GW_btI0SI/AAAAAAARUvI/VN7_5t4I46Q/s1600/2015-Peugeot-508-7%25255B2%25255D.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Peugeot 508 aslında benim "Çin etkisi" dediğim akımın bir ürünüdür. Kısa sürede hızla büyüyerek dünyanın en büyük pazarlarından biri haline gelen Çin'de insanlar daha iri ve hacimli arabalar tercih ediyorlar, bu yüzden her model bir öncekinden biraz daha iri oluyor. Başka sebepler de var tabi, ama Çin pazarının etkisi de çok büyük. 508 bu akımdan olduğu için havadar ve konforlu iç mekanıyla da öne çıkmaya çalışıyor. Yeni 508'de iç mekandaki malzeme kalitesi arttırılmış, ayrıca daha fazla fonksiyon ortadaki dokunmatik ekrana bağlanmış, böylece orta konsoldaki tuş karmaşası azaltılmış. Makyajlandığında sadece koltuk renkleri değişen arabalar da gördüğümüz için 508'in iç mekanındaki değişiklikleri gayet olumlu karşılıyoruz, yapılması gerekeni yapmışlar.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-myp6ioRldHc/U6GXB7zoZQI/AAAAAAARUvY/OXRDeIBPSoQ/s1600/2015-Peugeot-508-8%25255B2%25255D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-myp6ioRldHc/U6GXB7zoZQI/AAAAAAARUvY/OXRDeIBPSoQ/s1600/2015-Peugeot-508-8%25255B2%25255D.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
508'le ilgili bizi en fazla ilgilendiren değişiklikler kaputun altında. 1.6 litrelik turbolu THP motorun gücü 165HP olmuş, eskiden aynı motor 156HP güç verebiliyordu. Tüketim ve emisyon da birazcık düşmüş. Dizel cephesinde ise yenilenmiş 2.0L BlueHDI dizel motor dikkat çekiyor. İki farklı versiyonu satılacak olan bu motorun 150HP güç veren versiyonu sadece manuel şanzımanla alınabilecek. 180HP güç üreten versiyonu ise 6 vitesli otomatik şanzımanla satılacak. Mevcut (makyajsız) modelde aynı hacimdeki dizel motor 163HP güç üretiyordu, yani yeni motor önemli bir artış getiriyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-selUC2wf3CU/U6GXKkuLkVI/AAAAAAARUwI/Kp5ml4Q3wE0/s1600/2015-Peugeot-508-11%25255B2%25255D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-selUC2wf3CU/U6GXKkuLkVI/AAAAAAARUwI/Kp5ml4Q3wE0/s1600/2015-Peugeot-508-11%25255B2%25255D.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Peugeot 508'in bir de yerden yükseltilmiş, çamurluklarına plastik koruyucular eklenmiş RX versiyonu var. Audi'nin Allroad modellerine (veya Skoda'nın Scout modellerine) benzetebileceğimiz 508RX de makyajdan nasibini almış tabi. Bana göre Peugeot 508 RX markanın dört haneli model numarasına sahip diğer crossover araçlarından daha güzel. Lakin ülkemizde böyle arada kalmış modeller pek tutmadığı için olsa gerek, 508 RX ithal edilmiyor. Umarım bu makyajla birlikte bu durum değişir, çünkü RX modeli almayacak olsam da yollarda görmek istediğim bir araç. Yenilenmiş 508 ailesi Moskova ve Chengdu fuarlarında tanıtıldıktan sonra Eylül ayında bayilere gelecek. Tabi bizim bayilere gelişi biraz daha gecikebilir, ama bu yıl içerisinde geleceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Fiyatlar ise belli değil, ama büyük bir değişiklik olacağını sanmıyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-66m3wBksGcE/U6GWtUTyTPI/AAAAAAARUto/bQvFDn21zSM/s1600/2015-Peugeot-508-1%25255B2%25255D.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-66m3wBksGcE/U6GWtUTyTPI/AAAAAAARUto/bQvFDn21zSM/s1600/2015-Peugeot-508-1%25255B2%25255D.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-44700504439444115122014-06-14T11:25:00.000+03:002014-06-14T11:25:00.074+03:00Yeni (2015) Nissan Navara NP300 tanıtıldı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/889/2/S2698892/slug/l/002-nissan-np300-navara-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/889/2/S2698892/slug/l/002-nissan-np300-navara-1.jpg" height="454" width="640" /></a></div>
Nissan popüler kamyoneti Navara'nın yeni versiyonunu tanıttı. Ülkemizde de pickup - kamyonet segmentinin en popüler araçlarından olan Nissan Navara Japon üreticinin 80 yıldır ürettiği kamyonet geleneğinin devamı olarak görülüyor. Nissan'ın bazı arazi araçlarında ve kamyonetlerinin genelinde kullandığı köşeli ama modern tasarım yeni Navara'da biraz daha şıklaşmış. Daha fazla krom parça kullanılmış, far tasarımı güzelleşmiş. Ticari araçlarla kişisel kullanıma yönelik olan arazi araçları arasında kalan bu pickup segmentinde Navara zaten kişisel kullanıma yönelik araçlara daha yakın olan modellerdendi. Yeni tasarımla bu özellik daha da vurgulanmış. Güzel olmuş, tasarımı beğendim.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/889/5/S2698895/slug/l/005-nissan-np300-navara-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/889/5/S2698895/slug/l/005-nissan-np300-navara-1.jpg" height="454" width="640" /></a></div>
İç kısımda da tasarım değişikliğine gidilmiş. Tıpkı dış tasarımda olduğu gibi içte de öyle tamamen farklı bir tasarım dili yok, mevcut tasarımın üzerinden geliştirilmiş gibi duruyor. Şu an satılmakta olan Navara'yı kullananlar yenisinin içine bindiklerinde fazla şaşırmayacaklar. Binek araçlarda sunulan akıllı (internet bağlantılı) navigasyon gibi özellikler yeni Navara'ya da entegre edilmiş. Karşıdan bakınca arazi aracı gibi gözükse de sonuçta bu bir ticari araç, bu yüzden kullanışlılık ve dayanıklılık tasarımcıların daha fazla öncelik verdiği şeyler. Yeni Navara'nın son birkaç yılda tanıtılan araçlarda gördüğümüz kıvrımlı ve bol "cicili bicili" iç mekana sahip olmamasının sebebi bu. Bence gayet yeterli, sonuçta bu bir pickup, işleri karmaşıklaştırmaya gerek yok.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/892/9/S2698929/slug/l/038-nissan-np300-navara-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/892/9/S2698929/slug/l/038-nissan-np300-navara-1.jpg" height="454" width="640" /></a></div>
Yeni Nissan Navara'nın asıl önemli yenilikleri kaputunun altında gizli. 2.5L hacmindeki dört silindirli motor modernize edilmiş. Güç üretimi aynı (190HP - 450Nm) olsa da Nissan yetkilileri tüketimin düştüğünü iddia ediyorlar. Ayrıca, 5 vitesli otomatik şanzımandan 7 vitesli otomatik şanzımana geçiş yapılmış. Bu hem performansı arttıracaktır, hem de yakıt tüketimini düşürecektir. İsteyenler yine 6 vitesli manuel şanzımanı seçebilecekler tabi. Hareket halinde bile 4x4 ile 4x2 arası geçiş yapmaya izin veren yeni dört tekerlekten çekiş sistemi asfalt kullanıcılarını pek ilgilendirmese de kırsal kesimdeki kullanıcıları cezbedebilir. Gövde dayanıklılığı ve arazi performansı da arttırılmış.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/891/7/S2698917/slug/l/027-nissan-np300-navara-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/269/891/7/S2698917/slug/l/027-nissan-np300-navara-1.jpg" height="454" width="640" /></a></div>
Ben yeni Navara'yı genel olarak beğendim. Pickup'larla aram pek iyi olmasa da (biraz da ülkemizde maalesef arazi aracı almak isteyip vergiden kaçmayı seçenlerin tercihi olmalarından dolayı) bu segmentte bir araba almak isteyenlerin tercih listesine girmesi gereken bir model olduğunu düşünüyorum. Tabi her modelde olduğu gibi Navara da öyle gemen gelmeyecek, birkaç ay beklemek gerekecek. 2015 model yılında geleceği için bu yazın sonunda veya sonbahar aylarında yeni Navara'yı bayilerde görebileceğiz. Belki daha erken de gelebilir tabi ama henüz bu konuda bir bilgi yok. Yeni Nissan Navara'yı daha farklı açılardan ve hatta hareket halinde görmek istiyorsanız aşağıdaki iki kısa videoyu izleyebilirsiniz.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="360" src="//www.youtube.com/embed/fQL9ylexUbQ" width="640"></iframe>
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="360" src="//www.youtube.com/embed/Fu3shd1oFzI" width="640"></iframe>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-3980091959918507822014-06-14T10:43:00.000+03:002014-06-20T08:01:04.125+03:00Windows Phone 8.1 Developer Preview izlenimlerim<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i.imgur.com/B3NJyiT.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i.imgur.com/B3NJyiT.jpg" height="554" width="640" /></a></div>
Windows Phone 8.1 Developer Preview'a geçtim dün. İzlenimlerimi
yazayım, aranızda Windows Phone kullanan varsa işine yarar belki.<br />
<br />
Geçiş
biraz meşakkatli oldu. Arka arkaya işletim sistemi güncellemesi kurdu
birkaç tane (herbirinin kurulumu da zaman alıyor), ondan sonra gerçek
8.1 güncellemesini kurdu, daha sonra ona da bir güncelleme yaptı filan,
yani yavaş ve içi biraz dolu olan Lumia 520'nin sadece geçiş süreci
birkaç saat sürdü. Bir de ben muhtelif kaynaklarda telefonun sıfırlanıp
herşeyin baştan yüklenmesi gerekebileceğini, aksi halde performansın
düştüğünü, pilin dayanmadığını filan okudum. Hazır böyle birşey
yapmışken sıfırlayalım dedim, herşeyi sıfırlayıp yedekten geri getirdim,
tüm uygulamalar baştan kuruldu filan, bir saatten fazla da o
sürdü. Yarım gün sürdü yani anlayacağınız. İşin kötüsü, bu süre zarfında
telefonu bırakıp gidemiyorsunuz, ara sıra bakıp birşey soruyorsa
onaylamak filan gerekiyor. Yani öyle "gece yatarken başlatayım işlemi,
sabah tamamlanmış olur" gibi birşey mümkün değil. Telefon da bu esnada
çalışmıyor. Sizi arayanlar ulaşamıyor. Sıkıntı yani...<br />
<br />
8.1
güncellemesiyle işletim sistemi baya değişiyor, yani aynısının
makyajlısı deyip geçmek haksızlık olur. Temel menü yapısı aynı ama çok
şey eklenmiş. Üstten kayarak açılan bildirim merkezi var. Bildirimler
güzel de, asıl güzel olan bunun üst tarafındaki Android ve iOS'ta da
olan kısayol tuşları. Buradan tek tuşla kablosuz bağlantıyı, konum
hizmetlerini filan açıp kapatmak mümkün. Önceden menüye girip kapatmak
gerekiyordu, bu işlemler çok daha kolaylaşmış. Hemen her noktaya küçük
düzeltmeler gelmiş. Mesela kablosuz bağlantıyı kapattığınızda belirli
bir süre sonra yeniden açılmasını sağlayan bir seçenek gelmiş. VPN
seçeneği var, kullananların işine yarayacaktır. Böyle ufak tefek ama
faydalı eklemeler yapılmış.<br />
<br />
Ana ekran artık
istenirse 3 sütun (küçük ikonlarla 6 sütun) olabiliyor. Önceden bu
sadece kocaman ekranlı "phablet" modellerinde vardı, şimdi hepsinde
oluyor. Böylece biraz daha küçük ikonlara katlanarak ana ekrana daha
fazla uygulama sığdırılıyor, aşağı yukarı kaydırarak uygulama arama
azalıyor. İyi olmuş. Lumia 520 gibi nispeten küçük ekranlı modellerde
ikonlar biraz fazla küçülüyor, ama alışınca kullanılıyor. 4.51 - 5"
ekranlı modellerde ideal olacaktır. Ana ekran artık tek renk arka plan
kullanmak zorunda değil, duvar kağıdı koyulabiliyor. Uyumlu (kendine has
rengi olmayıp mevcut arka planın rengini alan ikona sahip)
uygulamaların ikonları şeffaflaşıyor bu durumda. Lakin arkaya yine insan
resmi koymak filan pek iyi olmuyor. Sonra sevdiceğinizin gözünün üstüne
Whatsapp logosu çıkıyor filan, hoş şeyler değil bunlar.<br />
<br />
Performansta
düşüş olmuyor güncelleme sonrasında. Hani iOS ve Android her büyük
güncellemede performans artışı vaadeder, ama tam tersine eski cihazlarda
performans düşüşü olur ya, bunda öyle değil. Hatta daha bile hızlanmış
sistem, gerçekten artış var. Şu anda alınabilecek en fukara işi Windows
Phone cihazı olan Lumia 520 bile yavaşlık hissettirmiyor. O konuda bir
sıkıntı yok yani. Kaynak kullanımı yüksek değil, verimlilik gayet iyi.<br />
<br />
Bu
beta versiyonun sıkıntısı sanırım, Vodafone'un hücresel internet ve MMS
ayarlarını tanımadı. Daha doğrusu telefonun üzerindeki Vodafone
bağlantı noktası etkinleştirilemiyor. Bu da hücresel internetin
çalışmaması anlamına geliyor. Yeni bir bağlantı noktası oluşturup
ayarları elle girmek gerekiyor. Vodafone'a *3636# ile açılan menüden
ayar talebinde bulununca ayarlar geliyormuş (bana gelmedi) ama bunlar da
telefonu kapatıp açınca gidiyormuş. Bu Nokia'lara özgü bir sorun, çünkü
Nokia Lumia telefonlar hücresel bağlantıların düzenlenmesi için
Nokia'nın Erişim Merkezi isimli kendine has bir yazılımını
kullanıyorlar. HTC'lerde böyle birşe yok, sorun da yok. Onlar sanırım
Microsoft'un kendi daha basit çözümüyle yetiniyorlar. Neyse, neticede
böyle bir sıkıntı var, ama yakında düzelir herhalde.<br />
<br />
Hücresel
bağlantı ayarlarını bölmüşler, bu hoşuma gitmedi. Bir ekranda veri
bağlantısını açıp kapatabiliyoruz, ama 2G - 3G geçişini oradan girilen
başka bir ekranda yapmamız lazım. Şöyle tek ekrandan "veri kapalı - 2G
modu" ile "veri açık - 3G modu" arasında geçiş yapmak imkansız artık.
Cep telefonu üreticileri sanki cihazlara kuş kadar pili koyan kendileri
değilmiş gibi hala herkesin veri bağlantısını, 3G'yi, GPS'i, Bluetooth'u
filan sürekli açık tutmalarını bekliyorlar. Sanırım hafiften dayak istiyorlar.<br />
<br />
Internet
Explorer 11 gelmiş, daha hızlanmış, güzelleşmiş. Hala bir numarası yok
ama eskisine göre daha iyi işte. Çoğu uygulama güncellenmiş, 8.1'e
uyumlu olmuş ama hala ufak tefek aksaklıklar (glitch) var. Mesela
WhatsApp ara sıra "bu sürüm kullandığınız işletim sistemine uyumlu
değildir, bazı özellikler çalışmayabilir" filan diyor. Çalışmayan birşey göremedim ama diyor işte. Eskiden olmayan uygulama güncellemelerini manuel olarak (zorla) kontrol etme olayı gelmiş, çok iyi olmuş. Önceden bunun için ayrı uygulama gerekebiliyordu.
Eğer hızlı bir hafıza kartı kullanıyorsanız uygulamaları hafıza kartına
kurabiliyorsunuz. Hiçbir hafıza kartı telefonun kendi dahili depolama
alanı kadar hızlı olamıyor maalesef. Ayrıca hafıza kartına erişim pilden
yiyor. Ancak böyle sürekli kullanılmayan, ayda yılda bir
çalıştırdığınız, ama telefonda bulunmasını istediğiniz uygulamaları atın
hafıza kartına, yer açılsın, cihaz rahatlasın. Güzel bir özellik,
özellikle benim gibi düşük seviye cihaz kullananların işine
yarayacaktır.<br />
<br />
Ben Windows Phone 8.1'i genel olarak beğendim. Hani "Tam olmuş mu?
Süper mi?" derseniz "tam olmamış hala" diyeceğim, ama gelişme büyük.
Windows Phone büyük rakipleriyle arasındaki farkı hızla kapatıyor. Ufak
tefek eksiklikleri hala var ama bence Windows Phone 8.1 normal
kullanıcıların hemen hepsinin isteklerini karşılayacak seviyeye gelmiş.
Önümüzdeki aylarda çıkacak birkaç güncellemeyle daha da güzelleşir. Şu
ana kadar uygulama güncellemeleri hep 8.1'e uyumluluk için geldi,
uygulamalarda bir değişiklik olmadı. Bundan sonra ufak ufak uygulamalar
da değişecekler, 8.1 ile gelen yeni olanaklardan faydalanacak şekilde adapte olacaklar. Windows Phone 8.1'in faydasını asıl o zaman göreceğiz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-27957265140519222092014-06-06T18:02:00.001+03:002014-06-06T18:02:06.504+03:00Agile Powerbank AGL-16PB 5200mAh harici batarya incelemesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0102_zps43d5ce86.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0102_zps43d5ce86.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Elime geçenler inceliyorum bu aralar, bu sefer de Agile markasının bir harici bataryası geçti elime. Ürün hem fonksiyon, hem de görünüm açısında olabildiğince "düz" olduğu için anlatılacak çok fazla şeyi zaten yok, bu yüzden incelemeyi de kısa tutacağım. Agile Powerbank USB üzerinden cihazlara bağlanabilen bir harici batarya. Dışarıda, elektrik prizi bulamadığımızda telefonumuzun, tabletimizin veya USB üzerinden şarj olan herhangi bir cihazımızın şarjı bitince bunu kullanıyoruz. Bunları herkes biliyor zaten.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0101_zps223620ed.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0101_zps223620ed.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Agile Powerbank 175mm uzunluğunda ve 24mm kalınlığında kenarları bir çubuk şeklinde geliyor. Ürünün malzeme ve işçilik kalitesi yeterli seviyede. Uzun dönem kullanımda ne olur bilmiyorum ama iki hafta çantamda gezdirdim, çizilme filan olmadı. Montaj kalitesinde de sıkıntı yok, ele alındığında sağlamlık hissi veriyor. Ürünün bir ucunda güç çıkışı için USB yuvası, ürünün kendisini şarj etmek için Micro USB girişi ve ürünün o anki şarj durumunu gösteren dört tane yeşil LED var. Diğer ucunda ise ürünün model numarası ve ürünle ilgili birkaç bilginin (giriş ve çıkış voltajları ve geri dönüşüm bilgileri gibi) yanında açma kapama tuşuna benzeyen bir tuş var. Bu tuş herhangi birşeyi açıp kapatmıyor, ürünün diğer ucundaki şarj durum göstergesini devreye sokuyor. Buna basınca diğer uçtaki LED'ler kısa süreliğine yanıyor, biz de ne kadar şarjımız kaldığını görüyoruz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0103_zps46d09803.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0103_zps46d09803.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Çıkış akımı maksimum 1 amper olduğu için tabletleri şarj ederken Agile Powerbank biraz yavaş kalıyor. Telefonlarda ise sorun yok. Şarj cihazı seçen Apple cihazları da bu harici bataryayla sorunsuz şarj oluyorlar. Performans konusunda beni rahatsız eden şey ürünün üzerinde ve ambalajında yazan kapasitenin yanlış olması. Bu ürün 5200mAh kapasiteye sahip değil. 4325mAh kapasiteli bataryaya sahip eski nesil Nexus 7'yi sıfırdan (cihazın kendi kendine kapandığı durumdan yani) aşağı yukarı %90 seviyesine kadar dolduruyor. Tabi bu esnada Nexus 7 açık, ağır bir iş yapılmasa da bildirimleri alıyor filan. Yani ürünün kabaca 4000mAh - 4500mAh civarında bir kapasitesi olduğunu söyleyebiliriz. Zaten ürünün ebatları da ancak buna izin verir. Fena kapasite değil, ama hem kutuda hem de ürünün üzerinde yanlış bilgilendirme var. Agile Powerbank'in kullanılmadığı durumda şarj tutma sıkıntısı pek yok. En azından ben böyle bir sorun yaşamadım.<br />
<br />
Ürün şık bir ambalajda geliyor. Kutusundan kısa bir USB - Micro USB kablosu ve Micro USB çıkışını eski nesil Apple mobil cihazlara bağlamaya yarayan küçük bir adaptör çıkıyor. Agile Powerbank'in en ilgi çekici özelliği fiyatı. Ben birkaç hafta önce 40 liraya aldım bu ürünü. 2000mAh civarı (yani bu ürünün ancak yarısı kadar) kapasiteye sahip daha bilinir markaların ürünleri 50-60 lira civarına satılıyordu. Bu kapasitedeki ürünler zaten bunun iki katı fiyatla satılıyor genelde. Belki batarya ömrü kısadır, sonuçta ucuz olunca insan birşeylerin eksik olmasından şüpheleniyor. Yine de böyle bir cihaza fazla ihtiyacınız olmuyorsa, ama seyahatlerde filan kullanmak için "kenarda dursun" diye bir tane almak istiyorsanız bu ürün bütçeyi fazla zorlamadan işinizi görecektir. Kapasite konusunda yalan söylenmesine gıcık olsam da uygun fiyatı ve fiyatına göre iyi olan kalitesi yüzünden bu ürünü tavsiye ediyorum.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-82913642112821428942014-05-25T21:00:00.000+03:002014-05-25T21:00:37.696+03:00Philips Citiscape Uptown kulaklık incelemesi<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0098_zpsa36d817c.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0098_zpsa36d817c.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Yine -maalesef- biraz uzun süren bir aradan sonra kısa bir incelemeyle blogu hareketlendirmeye geldim. Sizlere bahsedeceğim ürün Philips'in Citiscape serisinden Uptown isimli kulaklığı. Piyasada Philips markalı kulaklıklara karşı bir nefret oluştuğunun farkındayım, çoğu insan markayı görünce "yaramaz o ya" diyor. Haklılar da, Philips son yıllarda ucuz malzemeyle ürettiği kulaklıklar yüzünden kötü bir şöhret kazandı. Yine de her ürününün böyle olması gerekmiyor. Bugün bahsedeceğimiz Uptown modeli Philips'ten nefret edenlerin bile beğenisini kazanan bir model.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0100_zps3fe7675b.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0100_zps3fe7675b.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Uptown'ın malzeme ve işçilik kalitesi çok iyi. Tabi her ürünü kendi fiyat kategorisine göre karşılaştırmak lazım, ama Philips Uptown malzeme ve işçilik konusunda kendisinin 2-3 katı fiyata satılan ürünlerden bile daha iyi. Fiyatı dört haneli olan uçuk modelleri saymıyorum tabi, onlar tamamen farklı bir kategoride. Neyse, biz ürüne dönelim. Kulaklığın sürücüleri barındıran kulak kısımlarının dışı kaliteli plastikten yapılmış, iç kısmı da suni deriyle kaplanmış. Derinin içinde de hafızalı köpük var. Böylece temas ettiği yüzeyin şeklini alıyor. İki kulak kısmını birbirine bağlayan taç kısmı aluminyumdan üretilmiş, gayet sağlam. Taşıma sırasında kırılması çok zor. Üzerinde suni deriden bir kaplama var. Deri kısımların hem altı, hem de üstü itinayla dikilmiş, çok şık duruyor. Derinin içindeki sünger bu tip kulaklıklarda çok yaşanan uzun süre kullanım sonrası kafanın üst kısmını acıtma meselesinin yaşanmamasını sağlıyor. Saatlerce hiç kafanızdan çıkarmasanız bile rahatsız olmuyorsunuz yani. Bu güzel birşey. Sağ sürücüye giden ince kabloyu bile örgülü malzemeyle kaplamışlar. Detaylara dikkat edilmiş yani.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0099_zps49677186.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0099_zps49677186.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Tabi herşey böyle süper değil, kusurlar da var. Kulaklığın kendisinde gördüğümüz kaliteyi maalesef kablosunda göremiyoruz. Aslında kabloda öyle büyük bir sıkıntı yok da, daha çok kulak içi tipindeki küçük kulaklıklarda kullanılan yassı kablo (spagetti cable deniyor ecnebicede) tercih edilmiş. Bu tip kablolar kolayca dolaşıp düğüm olmama konusunda başarılı, ama böyle iri bir kulaklıkta daha kalın ve kaliteli bir kablo kullanılması daha yerinde olurdu. Ayrıca, kulaklığın kablosu sökülemiyor. Çoğu zaman kulaklıkların ilk bozulan kısmı kabloları olur, bu yüzden de kaliteli kulaklıklar değiştirilebilir kabloyla gelir. Kabloya birşey olursa yenisi takılır, devam edilir. Bunda öyle bir imkan yok. Kablodaki esas problem ise kulaklığın kontrol ve mikrofon işlevini gören parçasında. Mikrofon iyi, üzerindeki küçük tuş da iyi (hatta Android'le tam uyumlu çalışıyor), ama sesi açıp kısmaya yarayan sürgülü parça çok kötü. Uptown'ın daha sonra piyasaya çıkan siyah renkli versiyonunda bu sürgü iptal edilmiş, ama gri ve kahverengi versiyonlarında var. Kurcalamayınca sorun olmuyor zaten. Kulaklık mikrofonlu tipte olduğu için TRRS tipinde bir 3.5mm jak kullanılmış. Bu TRRS jakların hepsi aynı görünse de hepsi birbiriyle uyumlu değil. Bu yüzden Philips ürünün kutusuna bazı uyumsuz cihazlarda da kullanılmasını sağlayacak küçük bir adaptör kablo ilave etmiş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0097_zps54ce9e0f.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://i1117.photobucket.com/albums/k583/emre1979/DSC_0097_zps54ce9e0f.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Şimdi büyük ihtimalle "kes hikayeyi, sesi nasıl çıkıyor onu söyle" diyorsunuzdur. Sesi güzel çıkıyor. Kulaklığın kutu üzerinde belirtilen teknik özellikleri 12-23,500Hz frekans aralığı, 103dB hassasiyet ve 32Ohm empedans şeklinde sıralanıyor. Kağıt üzerinde herşey güzel görünüyor yani, ama gerçek performans her zaman kağıt üzerindekiyle örtüşmüyor. Ses kalitesi meselesi biraz subjektif olduğundan aynı ürünle ilgili farklı kişilerin yorumları farklı olabilir. Bu yüzden ben kişisel detaylara girmeden, daha "evrensel" standartlarla anlatmaya çalışacağım izlenimlerimi. Bass ve tizlerde patlama, çatlama olmuyor. Yani gümbürtülü sesler çıkarmaya çalışırken arada cızırtılar duymuyorsunuz, sesi olması gerektiği gibi duyuyorsunuz. Kulaklık oldukça "nötr" sese sahip, yani son yılların modasına uyup bass seslere yüklenmemişler. Dinlediğiniz şeyde bass sesler varsa kulaklık bunu eksiksiz veriyor, ama öyle ekstra bir bass güçlendirme yok. Frekans dağılımı çok dengeli, bu yüzden herhangi bir frekans diğerinin üzerine çıkmıyor. Dinlediğiniz içerikteki en kısık sesleri bile duyabiliyorsunuz. Ecnebilerin "soundstage" dediği, ses kaynağının sanki uzakta biryerlerdeymiş gibi değil de, yanıbaşımızdaymış, etrafımızdaymış gibi hissettirmesi olayı bu kulaklıkta çok başarılı. Müzik dinlerken de, oyun oynarken de çok işe yarıyor bu.<br />
<br />
Philips bu üründe MusicSeal isimli bir teknoloji kullandığını iddia ediyor. Böyle havalı isimleri olan şeyleri pek sevmem, doğrudan ne yaptığına bakarım. MusicSeal denilen şey kulak kepçelerindeki hafızalı köpüğün marifeti aslında. Kulaklık kulaklara öyle bir oturuyor ki, dışarıdan neredeyse hiç ses almıyor. Aynı şekilde sizin dinlediğinizi de dışarıya vermiyor. Dış dünyayla olan işitsel iletişiminiz neredeyse kopuyor yani. Bu güzel birşey, üst seviye aktif gürültü engelleyiciler kadar başarılı olmasa da gündelik kullanımda iş görüyor. Kulaklığın kablosundaki dahili mikrofon da gayet başarılı. Tabi şarkı söyleyip kaydetmek için yeterli olmayacaktır, ama telefon görüşmesi yaparken sesinizin karşı tarafa "doğal derinliğinde" iletilmesinde sıkıntı yaşatmaz. Skype'ın Echo sistemiyle yaptığım denemelerde memnun kaldım ben.<br />
<br />
Kulaklığın ses kısmındaki dezavantajı ise sesin yüksekliğiyle ilgili. Maalesef bağladığınız kaynak yeterince güçlü değilse ses yüksekliği pek tatmin edici olmuyor. Ben telefonla (Nexus 4 ve Lumia 520) yaptığım denemelerde ses yüksekliğinden memnun kaldım, ama kulaklığı bilgisayara bağladığımda ses çok zayıf geldi. Yine de duyuluyor tabi ama bilgisayardan aldığım maksimum ses olması gerekenin orta seviyesine ancak denk geliyor. Biraz daha yüksek ses isteyenler tahammül edemeyeceklerdir. Bu durumda devreye iki çözüm giriyor: Ya çıkışı güçlü bir ses kartı kullanılacak, ya da küçük bir kulaklık amfisi edinilecek. Bende ikisi de olmadığı için masamdaki müzik setini kulaklık amfisi olarak kullanmaya başladım. Şimdilik işimi görüyor, ama sonuçta kusuru örtecek bir çözüm değil bu. Philips Uptown'ın en zayıf yanı ses seviyesinin düşüklüğü, almaya niyetleniyorsanız bağlayacağınız kaynağın gücünü de hesaba katın.<br />
<br />
Genel olarak toparlayıp bitirelim, yazı çok uzadı. Philips Citiscape Uptown malzeme ve işçilik kalitesinde sınıfının üzerine çıkan bir ürün. Ses kalitesi konusunda da oldukça başarılı. Ben kulaklık uzmanı değilim, ama muhtelif sitelerde ve forumlarda kulaklık incelemesi yapan daha tecrübeli kişiler Uptown'ın malzeme, işçilik ve ses kalitesinin Beats Studio gibi çok daha pahalı kulaklıklara göre daha iyi olduğunu iddia etmişler. Üstelik benzer şeyler bir kaynakta değil, pekçok site ve videoda vurgulanmış. Bana göre ürünün en büyük sıkıntısı ses seviyesinin düşüklüğü. Bunu bir şekilde (mesela benim yaptığım gibi) aşabileceğinize inanıyorsanız alışveriş listenize Uptown'ı ekleyebilirsiniz. Ürünün en çekici kısmı olan fiyatını en sona sakladım. Philips Uptown artık üretilmeyen bir model, bu yüzden mağazalar stok eritme amacıyla çok uygun fiyata satıyorlar bu ürünleri. Ben bu ürünü 80 liraya aldım, bu yazının 25 Mayıs 2014 tarihinde de fiyatı hala aynıydı. Bu fiyata böyle bir kulaklık bulmak imkansız, diğer markalarda benzer birşey için en az 2-3 katını ödemek gerekiyor. Tabi bir de almak istediğinizde kulaklığı bulmanız gerekiyor. Üretilmeyen bir model olduğu için her mağazada yok, almak istiyorsanız biraz araştırmanız lazım. Basit bir ürün için fazla uzun oldu bu inceleme, o yüzden burada bitiriyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-65320713819303644822014-04-21T14:47:00.000+03:002014-04-21T14:47:58.626+03:00Devletler sosyal ağları neden sevmezler?Uzun süredir birşeyler yazmaya vakit bulamamıştım, bu yüzden takipçilerimden özür diliyorum. Bu sefer blogdaki alışıldık tarzda teknoloji veya otomotiv dünyasından ilginç bir haber yazmayacağım, bunun yerine son günlerde ülkemizde de yaşanan bir sıkıntıdan bahsedeceğim. Bilindiği üzere en popüler sosyal ağlardan Twitter ve popüler video sitesi Youtube geçtiğimiz yerel seçimler öncesinde bir süreliğine yasaklandı (daha doğrusu bu hizmetlere erişim engellendi). Tabi bu engellemelerin spesifik siyasi sebepleri vardı. Bunu zaten herkes biliyor, ama bir de devletlerin, özellikle de halkına baskı uygulayan devletlerin genel olarak bu sosyal ağlardan nefret etmeleri durumu var. Bizim devletimiz buna sadece bir örnek, ama dünya üzerinde benzer şekilde sosyal ağlara gıcık olan çok devlet / hükümet var. Doğrudan "muhalifler yazıyor ya aga, onları susturmak istiyorlar" demeden işin biraz daha detayına inmek lazım.<br />
<br />
Şimdi; kafanızda "modern" bir ekonomi ve bu ekonomi içerisinde işleyen bir endüstri dalının üretim ve satış modelini canlandırın. Biz bu yazı içerisinde güzel bir örnek olduğu için süt ve süt ürünleri endüstrisinden bahsedeceğiz, ama aynı şey diğer ürünlerle de örneklendirilebilir. Bilindiği üzere süt inekten elde edilir, farklı işlemlerden geçirilerek süt, yoğurt, ayran veya farklı tipte peynirler halinde tüketiciye sunulur. Devletlerin pek sevdiği (ve bu yüzden türlü vergilerle halkı bezdirerek oluşturmaya çalıştıkları) endüstri modelinde sütü çiftliğinde inek yetiştiren köylü değil, holdingler tarafından yönetilen dev üretim tesisleri üretir. Bu tesislerde binlerce inek özel hazırlanmış gıdalarla beslenir, robotize makinelerle sağılır. Daha sonra elde edilen süt yine belirli standartlara göre işlenir, farklı ürünler olarak tüketiciye sunulmaya hazır hale gelir. Tabi tüketici gidip yoğurdunu, peynirini filan böyle dev fabrikalardan almaz. Bu yüzden ürünler yine dev holdinglerin sahibi olduğu büyük market zincirleri üzerinden halka satılır.<br />
<br />
Devletlerin bu yöntemi benimsemelerinin sebebi herşeyi kontrol altında tutmak istemeleridir. Herkes kafasına göre büyük bir tesis kuramayacağı için zaten ülkede belli başlı birkaç tane süt üretim çiftliği / tesisi vardır. Benzer şekilde ürünleri satan market zincirlerinin sayısı da bellidir. Bunları kontrol altında tutmak kolaydır. Üstelik, gerektiğinde bunlarla anlaşma da yapılabilir. Devlet halka nasıl süt içirmek istiyorsa öyle süt içirir, halkın nasıl peynir yemesini istiyorsa öyle peynir yedirir. Standartlar belirlenir ve tüm üreticilere / satıcılara dayatılır. O büyüklükteki işletmeler zaten devletle ters düşmek istemediklerinden zaten mecburen kabul ederler bu standartları.<br />
<br />
İçerik veya bilgi üretimi de süt üretiminden çok farklı değildir. Birileri üretir, işler ve birileri de bunu halka ulaştırır. Devlet himayesinde büyüyüp gelişen medya dünyası tıpkı yukarıda yazdığım süt endüstrisi gibi gelişmiştir. Yazarlar veya konuşanlar (üreticiler) bellidir. Benzer şekilde gazeteler, televizyon (veya radyo) kanalları veya yayınevleri (bunlar da dağıtımdan sorumlu marketler oluyor) de bellidir. Zaten günümüzde artık bunların çoğu birkaç büyük medya devine bağlı. Neyse, neticede bunları kontrol etmek zor birşey değil. Gerekirse herbirinin başına bir kontrol heyeti getirilir, ama ne olursa olsun bir şekilde bu yayın organları ve içerik üreticiler hizaya getirilir. Hiçbiri kafasına estiği gibi içerik sunamaz insanlara.<br />
<br />
Tekrar süt endüstrisine geri dönelim. Şimdi kafanızda alternatif bir süt endüstrisi canlandırın. Pastörizasyon ve paketleme sistemlerinin küçülüp ucuzladığını, köylülerin kendi ahırlarındaki ineklerden sağdıkları sütü satabildiklerini düşünün. Üstelik, bu köylülerin zincir marketlere muhtaç olmadıklarını, sokak aralarındaki küçük bakkal ve marketler üzerinden ürettikleri süt ürünlerini halka ulaştırabildiklerini hayal edin. Her üreticinin ürünü farklı olabileceğinden piyasadaki ürün çeşitliliği artacaktır, bu da farklı zevklere sahip insanların daha fazla süt ürünü tüketmesine sebep olacaktır. Güzel birşey yani. Tabii ki arada bozuk süt satanlar da olacaktır, ama bu endüstri modelinin faydası zararından daha fazla olacağından halk tarafından daha fazla benimsenecektir.<br />
<br />
Bu durumda devletin süt üretimini kontrol etmesi çok zor olur, çünkü piyasada çok fazla üretici ve satıcı olduğundan standartları uygulamak neredeyse imkansızdır. Her üreticinin üretimini veya her satıcının deposunu kontrol etmeye kadro yetmez. Dahası, devletin halkın (kendi düşüncesine göre) ideal beslenmesi için oluşturduğu formüller ve standartlar tamamen havada kalır. Mesela devlet çocukların (ileride hastalanmaları pahasına) hızla büyüyüp erken yaşta işçi olarak ekonomiye katılmalarını istiyorsa sütlerin protein ve kalsiyum oranlarını yüksek tutmak isteyebilir, bunu da yukarıda bahsettiğim sistemde uygulayabilir. İkinci sistemde ise bu mümkün değil.<br />
<br />
Süt endüstrisinden içerik endüstrisine, yani medyaya dönelim şimdi. Sosyal ağlar (bu yazıyı okumakta olduğunuz blog da buna dahil) tıpkı kendi sütünü üretip satmak isteyen çiftçinin pastörizasyon ve ambalaj makineleri gibi kendi içeriklerini herkesle paylaşmak isteyen vatandaşa bunun için imkan sağlarlar. Sosyal ağlar yokken de düşünüyordunuz, ama düşündüklerinizi sadece yakın çevrenizle paylaşabiliyordunuz. Siz süper şeyler düşünseniz bile bundan hepi topu 15-20 kişinin haberi oluyordu. Şimdi sosyal ağlar var, güzel birşey yazdığınızda bir anda onbinlerce kişi okuyabiliyor sizin yazdıklarınızı.<br />
<br />
Bunu sadece fikir üretimi olarak düşünmemek lazım aslında. Ne bileyim, siz çok güzel şarkı söyleseniz bile eskiden sadece eşinizin dostunuzun haberi olurdu. Şimdi bir video çekip Youtube'a koyarak sesinizi dünyaya duyurabiliyorsunuz. Tüm içerikler ciddi olmak zorunda değil. Kedi videosu da bir içeriktir, montajlanmış esprili bir fotoğraf da. Tüm bunları artık çok daha fazla kişiyle paylaşabiliyoruz, hatta gerçekten güzel birşeyse paylaşımlar daha da artıyor, "viral" olabiliyoruz.<br />
<br />
İşte bu durum insanların sadece tüketiciyken bir anda "tüketirken bir yandan da üreten" olmasını sağlıyor. Kısacası, bilgi ve içerik üretimi artıyor. Üstelik; farklı tarzlarda ve daha kolay tüketilen (okunan, izlenen veya dinlenen) içerikler üretildiği için daha fazla insanın ilgisi çekilebiliyor. Mesela ömründe hiç gazetede köşe yazısı veya kitap okumamış birisi (uzun ve sıkıcı bulduğu için Türkiye'de çoğu kişi köşe yazısı veya kitap okumaz) en uzunu 140 karakter olan Twitter mesajlarını rahatlıkla takip edebiliyor. Üstelik baskı olmadığı için daha "özgürce" üretilen bu içerikler tıpkı doğal ortamda yetiştirilmiş ineğin sütü gibi daha "lezzetli" olabiliyor.<br />
<br />
Tekrar başlığa dönelim. Devletler sosyal ağları neden sevmezler? Devletler halkın üretici olmasını istemezler de ondan. Devletler halkın sadece tüketmesini, üretimi ise kendi kontrolündeki belli başlı üreticilerin yapmasını isterler. Medya holdinglerine bağlı gazeteler ve televizyonlar sosyal ağlarda anonim hesaplardan yazan kişilere göre çok daha rahat kontrol edilir. Devlet için tablet laptoptan daha caziptir, çünkü tabletler ve telefonlar içerik tüketim araçlarıdır. İsteseniz de fazla birşey yazamazsınız. O cihaza bir klavye eklenince bir anda üretim cihazına dönüşür, daha detaylı şeyler yazabilirsiniz. Devlet halkı için indirme (download) hızı yüksek, yükleme (upload) hızı düşük internet bağlantısını ideal görür, çünkü yükleme hızı artarsa herkes kafasına göre video yüklemeye veya internet üzerinden radyo yayınına başlar. İndirmek tüketmektir, onun yüksek olmasının zararı yoktur. Hatta yüksek olsun ki millet daha fazla tüketsin, bu devletin işine gelir.<br />
<br />
Siz siz olun, eğer gelecekte paslanıp birşey yapamaz hale gelmek istemiyorsanız mutlaka birşeyler üretin. Yazın, çizin, yorum yapın, tartışın. Görüşünüz ne olursa olsun bunu var gücünüzle söyleyin. Eğer bugün üretmezseniz yarın ineğini satmış köylü gibi fabrika sütüne muhtaç kalırsınız. Tüketin de elbet, ama sadece tüketmekle kalmayın. Sebeplerini araştırın, bulgularınızı paylaşın, fikirleri dinleyin, tartışın. Düşüncelerinizi (her zaman öyle gözükmese de) devletin kuklası olmuş medya devlerinin yönetmesine izin vermeyin. Biraz uzun bir yazı oldu, sanki sonunu da çok iyi bağlayamadım (diyorum ya, üretmeyince paslanmışım ben de), bu seferlik idare ediverin. Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-5801167066617806962014-01-29T12:07:00.000+02:002014-01-29T12:07:18.293+02:00VW Polo makyajlanıyor, tüm motorları yenileniyor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_7.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_7.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Alman otomotiv devi Volkswagen'in popüler küçük (B segmenti) modeli Polo bu yıl makyajlanacak. Volkswagen her makyaj operasyonunda yaptığı gibi bu sefer de dış görünümde fazla değişiklik yapmamış. Polo sıklıkla gördüğümüz ve detaylarına aşina olduğumuz bir araba olmasa makyajlı versiyonu mevcut Polo'dan ayırt etmemiz zor olurdu. Ön kısımda farlar, tampon ve ızgara değişmiş, ama genel görünüm aynı kalmış. Yeni Polo'nun farlarında LED gündüz farları da var, yani Polo da modaya uymuş. Arkada da tampon ve farlar değişmiş, ama bu değişiklikleri farketmek ön kısımdaki kadar kolay değil. Hele tampon neredeyse tamamen aynı, ama VW değiştiğini söylüyor. Yan yana getirip bakmakta yarar var.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_6.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_6.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Dışarıda fazla değişiklik olmadığını söyledik, ama kaportanın altında bazı önemli değişiklikler var. Ön konsolda direksiyon, kadranlar ve müzik sistemi değişmiş. Golf VII'den alınan parçalar Polo'nun konsoluna iyi uyum sağlamış. Mevcut modeldeki aşırı sade hava gitmiş, iç mekan daha teknolojik ve şık bir hal almış. Kadranların arasındaki lüçük LCD ekranın gelmesi iyi olmuş, mevcut versiyonda siyah beyaz ve çok basit bir ekran vardı. Müzik sisteminin değişmesi de çok iyi olmuş, mevcut versiyondaki müzik sistemi iş görse de USB girişi bile sunmuyordu. Yeni sistem daha kullanışlı ve fonksiyonel görünüyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-interior-and-updated-tech-revealed_1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-interior-and-updated-tech-revealed_1.jpg" height="424" width="640" /></a></div>
Bunlar fonksiyonelliği arttıran değişiklikler tabi, ama benim asıl ilgilendiğim kısım gözle görülmeyen, ama gönülden hissedilen farklar, yani sürüş performansını etkileyen şeyler. Makyajlı Polo'da VW grubunda daha önce görmediğimiz motorlarla tanışacağız. Küçükten başlayıp büyüğe doğru gidelim, sırayı bozmayalım. Yeni Polo'nun en küçük hacimli motoru 1.0 litrelik 3 silindirli MPI motorlar. 60HP ve 75HP gücünde iki farklı versiyonu bulunan bu motorları daha önce Skoda Citigo'da görmüştük. Polo'nun 1.2 litrelik motorunun yerini alacak olan bu küçük hacimli güç üniteleri performanslı olmaktan uzaklar, ama sakin kullanıldıklarında yakıt tüketimleriyle sürücüyü memnun edebilirler. Biraz daha fazla güç isteyenler ise 1.2 litrelik 4 silindirli TSI motoru tercih edebilirler. Bu motor turbo desteği sayesinde 110HP güç verebiliyor. Bu kadar güce ihtiyacı olmayanlar için aynı bloğa sahip ama 90HP gücünde 8 valfli bir versiyon da mevcut.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_3.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Yakıt ekonomisine önem verenler ise tamamen yeni dizel seçeneklerine yöneleceklerdir. 1.4 litre hacmindeki yeni TDI motorlar eski 1.2 TDI ve 1.6 TDI motorların yerini alacaklar. Üç silindirli olan bu motorun 75HP ve 90HP güç veren iki farklı versiyonu var. Güç eski motorlarla aynı, ama kullanılan blok daha küçük ve daha hafif. Yeni teknoloji olduğu için biraz daha az tüketebilir. Testlerde göreceğiz. Bu 1.4L hacmindeki yeni dizelin gelmesi aynı zamanda eski (ve rekabetten uzak kalmış) 1.6 TDI motorun da yenileneceğinin sinyalini veriyor. VW grubunun kompakt modellerinden biri yenilendiğinde tamamen yeni ve daha güçlü bir 1.6TDI görebiliriz. Polo'nun şanzıman seçeneklerinde değişiklik olmamış, yine manuel ve DSG şanzımanlar kullanılacak. Yeni motorlarıyla Polo'nun mevcut versiyona göre %21 daha az tüketeceği söylenmiş. Zaten fazla yakmıyordu, daha da az yakarsa ülkemizde çok sevilebilir.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-interior-and-updated-tech-revealed_3.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-interior-and-updated-tech-revealed_3.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
Yeni Polo'nun en şaşırtıcı özelliği (daha doğrusu aksesuar seçeneği) ayarlanabilir amortisörler. Bu her Polo'da olmayacak, hatta belki de ülkemizde satılan Polo'larda göremeyeceğiz, ama sertliği ayarlanabilir amortisörler küçük sınıfta daha önce görmediğimiz birşeydi. Herkes için gerekli değil tabi, ama Polo'nun burulma çubuklu arka süspansiyonunun vasat yol tutuşunu bir miktar düzeltebilir bu sistem. Ne kadar başarılı olduğunu testlerde göreceğiz. Bunun haricinde elektronik güvenlik sistemlerine de yenileri eklenmiş. Kaza sonrası frenleme (kaza öncesi frenlemeyle karıştırmamak lazım), acil durum frenlemesi ve sürücü uyarı sistemleri eklenmiş. Ayrıca adaptif hız sabitleyici de var yeni donanımlar arasında. Tabi bunlar hep yaban ellerdeki Polo'lar için geçerli. Ülkemizde ESP'siz satılan Polo'nun bir anda böyle donanımlara kavuşması bana pek gerçekçi görünmüyor. Makyajlı Polo'ya ESP eklenirse sevineceğiz biz, adaptif hız sabitleyicisi olmasa da olur. Makyajlanmış Polo'yu almak isteyenler sipariş vermek için Nisan ayını beklemek zorundalar. Arabaların teslimatı ve bayilerdeki satışı da Temmuz ayında başlayacak. Ben yeni Polo'yu beğendim, eskisinin zayıf kaldığı noktalarda düzeltmeler yapılmış, gayet hoş bir araba olmuş. Umarım ülkemizde fazla kırpılmadan satılır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_4.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://s1.cdn.autoevolution.com/images/news/gallery/2014-volkswagen-polo-facelift-exterior-changes-photo-gallery_4.jpg" height="426" width="640" /></a></div>
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-42560403372773014152014-01-20T11:17:00.000+02:002014-01-20T11:17:42.548+02:00Fiyat rekabetinin memleket ekonomisi üzerindeki etkisiBu yazının blogun genel konsepti ve çoğunlukla yazdığım konularla alakası yoktur. Teknolojiden, arabalardan, Lego'dan filan bahsetmeyeceğim yani. Baştan uyarayım, sonra "ne işi var bu yazının burada?" demeyin.<br />
<br />
Bugün pazarlamacım Trakya seyahatinden döndü. Doğru düzgün ödeme yok, olanlar da genelde uzun vadeli senet şeklinde. Adam 3 ay önce aldığı malın ödemesini 6 aylık senetle yapıyor. Yani toplamda 9 ay vadeyle mal satmış oluyoruz. Öyle çok yüksek kar marjlarıyla da çalışmadığımız için aslında kar değil, zarar etmiş oluyoruz, ama hemen farkedemediğimizden bu durumu kabulleniyoruz.<br />
<br />
Bu sadece benim için değil, tüm piyasa için geçerli. Zaten bu yüzden de mal alanlar bu kadar cesaretli. Piyasada arz fazlası var, daha doğrusu satıcı enflasyonu var. Adam benden almasa başkasından alabiliyor, o başkası da benim kabul etmediğim şartları kabul edebiliyor. Bu yüzden alıcılar satıcıları parmaklarında oynatıyorlar. Müşteri verdiği uzun vadeli evrağı kabul etmezsek "o zaman geri al mallarını" diyor. E ona satma, buna satma, ne olacak? Birilerine satmamız lazım bu malları. Sabit giderler benim satışımdan bağımsız tepeden gelip duruyor. Mecburen müşteri kaprisine katlanıyoruz. Satarken de, ödeme alırken de rezil oluyoruz resmen.<br />
<br />
Tüm bunların sebebi bizim insanımızın kısa vadeli düşünce yapısı. Piyasada kimse birkaç aydan sonrasını düşünerek hareket etmiyor. Herkes günü kurtarma peşinde. Halbuki biraz uzun vadeli düşünse, birazcık geniş açılı baksa olaya durum değişecek. Sattığımız mallar otomobil yedek parçası. Bu arabalar bu parçalar olmadan yürümez. Milletin eli mahkum bu parçalara. Biz 10 liradan da versek alacaklar, 20 liradan da versek alacaklar. Arabayı yaptırmamak, o haliyle bırakmak gibi bir alternatif yok çünkü. Herkes vergisini ödediği arabasını kullanmak istiyor, haliyle bakım masrafına da bir şekilde katlanıyor.<br />
<br />
Şimdi ben böyle yazdım ya, yanlış anlaşılmak istemem. Fiyat sabitleyip son tüketiciyi becerme niyetinde değilim, böyle birşey önermiyorum. Ben "bu iş iyice ayağa düşmesin, her mal hakettiği değerle satılsın" diyorum. Herkes diğerlerine saygılı olsun, fiyat rekabetine girilmesin istiyorum. Şu fiyat rekabeti denen şey önce firmanın, sonra da tüm sektörün dibini oyuyor. Bizim vitaminsiz kalmış insanımızın ticaret konusunda aklının erdiği tek şeydir zaten bu fiyat rekabeti. Hemen hesap yapılır, "5 liraya alırız, filanca firma 8 liraya satıyor, biz de 7 liraya satarız, onun müşterileri bizden alır, sürümden kazanır kısa yoldan zengin oluruz" denir. Bu komplike hesabı yapan üstün zekalı o 8 liraya satan adamın aslında piyasanın köklü firması olduğunu, aslında 5 liranın da altına aldığını, canı sıkılırsa bir kampanya yapıp 6 liraya satarak piyasayı malla doldurabileceğini, onu da iki ayda batırabileceğini düşünmez. Ondan sonra tüm bunlar olur, o üstün zekalı arkadaş piyasadan defolup gider, ama o malı 6 liraya almaya alışan esnaf bir daha 8 lira vermez o mala. Hep 6 lira ister.<br />
<br />
Bu aslında reaksiyonun sadece başlangıcı. Kazancı düşen esas satıcı mecburen çalışanlarına daha cimri davranır. Zam yapmaz, veya yaparken daha az yapar. Sektörde çalışanların yaşam kaliteleri yavaş yavaş düşer. Bundan rahatsız olan bazı çalışanlar üst paragraftaki üstün zeka örneği formüle başvururlar, işten ayrılıp şirket kurmaya, 4 liraya alıp 5'e satmaya ve eski patronundan müşteri çalmaya kalkarlar. Döngü tekrar gerçekleşir, birkaç ay piyasada dolaştıktan sonra masrafları çıkaramayıp iflas bayrağını çeken firmalar piyasanın anasını bellemiş olurlar. Bu böyle böyle devam eder. Bahsettiğim şey sadece fiyatta olmuyor, ödemelerin vadesinde de oluyor. O yeni firma tutup sektördeki herkes en fazla 60 gün vadeyle çalışırken müşterisinden 90 günlük evrak alırsa bir daha kimse 60 gün vadeyle çalışmak istemez. Adam görmüş bir kere o malın 90 gün vadeyle de alındığını, neden 60 günde ödeyip nazik yerlerini sıkıntıya soksun ki?<br />
<br />
Bu sadece bizim yedek parça piyasası için geçerli değil, hemen her sektörde bu aptal rekabeti mevcut. İşin kötüsü, bu fiyat rekabeti son kullanıcının ödediği fiyatı düşürmüyor, yani vatandaşa hiç yansımıyor. Arada birileri (genelde perakendeciler) 5 liraya, hem de vadeli ödeme şartıyla aldığı malı 20 liraya peşin satıyor, o 5 liradan da şikayet edip daha ucuzunu veya daha uzun vadeyle veren satıcıyı arıyor. Olan ithalatçılara, üreticilere, toptancılara oluyor.<br />
<br />
Hani dış borç, iç borç, döviz kuru filan, bir sürü sıkıntı var ama bence memleket ekonomisinin en büyük sıkıntısı bu. Çarkların dönmesini yavaşlatan şey bu çünkü. O çarklar bir hızlansa üretici de rahatlayacak, toptancı da rahatlayacak, onların istihdam ettiği çalışanlar da rahatlayacak, piyasada para dönecek, memleket ekonomisi rahatlayacak. Öyle "alın verin ekonomiye can verin" kampanyalarıyla olacak iş değil bu. Ekonomiyi düzeltmek isteyenin önce bu fiyat rekabeti meselesine el atması lazım.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-35251572794934787972013-12-26T09:25:00.000+02:002013-12-26T09:26:24.443+02:00Mercedes arabalarını Pebble akıllı saatlerle entegre edecek<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/212/008/7/S2120087/slug/l/13c1370-87-1-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="508" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/212/008/7/S2120087/slug/l/13c1370-87-1-1.jpg" width="640" /></a></div>
Otomobil üreticileri akıllı cihazları otomobillerine entegre etmekte biraz geciktiler. Şimdi de bu gecikmeyi telafi etmek için bu konuya yoğunlaşıyorlar. Çoğu üretici "bağlantılı" arabaları için akıllı telefon uygulamaları hazırladı zaten. Bazı üreticiler ise yazılımla yetinmiyor, arabalarına özgü akıllı donanımlar da satmak istiyor. Mercedes de akıllı saat üreticisi Pebble ile birlikte geliştirdikleri saati duyurarak akıllı cihaz entegrasyonu konusunda önemli bir adım attı. <br />
<br />
Pebble benim en beğendiğim akıllı saatlerdendir. Sade ve kullanışlı tasarımı, elektronik kağıt teknolojisi sayesinde çok az güç tüketen ekranı ve bir Kickstarter projesi olarak başlamış olması Pebble'ı beğenme sebeplerinden sadece birkaçı. Görünüşe göre beğenen sadece ben değilmişim, çünkü "zor beğenen" firmalardan Mercedes de Pebble'ı seçmiş. Mercedes ile Pebble'ın ortak geliştirdiği Digital DriveStyle uygulaması araba ile saat arasında bağlantı kuruyor. Saatin ekranı araba kadranında gördüğümüz önemli bilgileri gösterebiliyor, ayrıca gerektiğinde bazı fonksiyonları uzaktan yönetmeye izin veriyor. Navigasyon sistemi saat üzerinden yönetilebiliyor, veya arabanın nereye bırakıldığı unutulursa navigasyon sistemi üzerinden koordinatlar alınarak arabanın haritadaki yeri saat ekranında gösterilebiliyor. Mercedes ve Pebble önümüzdeki günlerde kapılarını açacak olan CES fuarında bu teknolojiyi tanıtacaklarını söylüyorlar. Pebble akıllı saatin Mercedes'e özel yeni bir versiyonu mu gelecek, yoksa sadece mevcut Pebble saatlere yüklenebilen bir uygulama mı tanıtılacak, henüz belli değil. Ancak ne olursa olsun, Pebble Mercedes'in lüks butiklerinde (bizde yok, ama çoğu önemli şehirde var) satılacak, bu da daha geçen sene bir projeden ibaret olan firmanın prestijini katlayacak.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/212/008/5/S2120085/slug/l/13c1370-89-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/212/008/5/S2120085/slug/l/13c1370-89-1.jpg" width="640" /></a></div>
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-15832909446572094542013-12-12T08:42:00.000+02:002013-12-12T08:56:17.880+02:00Porsche 3D yazıcıları seviyor, herkes evinde Cayman "bassın" istiyor<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://files2.porsche.com/filestore.aspx/normal.jpg?pool=multimedia&type=image&id=cayman-3d-xle&lang=none&filetype=normal&version=6700b057-5918-11e3-93ba-001a64c55f5c" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="246" src="http://files2.porsche.com/filestore.aspx/normal.jpg?pool=multimedia&type=image&id=cayman-3d-xle&lang=none&filetype=normal&version=6700b057-5918-11e3-93ba-001a64c55f5c" width="640" /></a></div>
Alman spor ve lüks otomobil üreticisi Porsche üç boyutlu yazıcıların kullanımını desteklediğini farklı bir şekilde belli etti. Bugüne kadar pekçok firmanın prototip üretimi gibi konularda üç boyutlu yazıcıları kullandıklarını gördük, ama Porsche doğrudan hayranları kendi Porsche'lerini yapmaya teşvik ediyor. En küçük modellerinden Cayman'in üç boyutlu yazıcılar için hazırlanmış verilerini ücretsiz dağıtmaya başlayan firma uygun bir yazıcıya sahip herkesin kendi evinde kendi küçük Porsche Cayman'ini yapmasını istiyor. Firma bu verilerle "basılan" Cayman'lerin meraklılar tarafından renklendirilip fotoğraflarının #3DCayman tag'iyle sosyal ağlarda paylaşılmasını istemiş. Tabi henüz tam boy bir Cayman basıp sahilde bir tur atmak mümkün değil, ama gelecekte bu da olabilir. Porsche'nin sunduğu verilerle model meraklısı 3D yazıcı sahipleri kendi Cayman'lerini basıp renklendirecekler, ama boyut konusunda bir açıklama gelmemiş. Belki de yeterince büyük bir yazıcıya sahip olanlar fuar prototipi misali yürümese de şık görünen bir Cayman basıp garajlarını süsleyebilirler. Hoş, o büyüklükte bir yazıcıya sahip olan kişinin zaten garajında bir 911 vardır, Cayman'e burun kıvırır... Olsun, sonuçta bu bir başlangıç. Diğer üreticilerin de Porsche gibi yapıp popüler modellerinin 3D yazıcıya uygun verilerini paylaşmaları güzel bir gelişme olur. Bu verilerle hazırlanmış bir Cayman'in üç boyutlu yazıcıda nasıl hazırlandığını hızlıca gösteren kısa <a href="http://www.youtube.com/watch?v=1aJ48gCblHQ" target="_blank">videoyu </a>aşağıda izleyebilirsiniz, eğer üç boyutlu bir yazıcınız varsa ve bir Cayman basmak istiyorsanız da <a href="http://www.porsche.com/international/cayman_3d/" target="_blank">şuraya</a> tıklayarak gerekli veri dosyalarının indirilebildiği sayfaya gidebilirsiniz.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="366" src="//www.youtube.com/embed/1aJ48gCblHQ" width="650"></iframe>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-85374369400124566102013-11-07T09:51:00.001+02:002013-11-07T10:02:02.639+02:00Dünyanın en "lüks" nargilesi: Deswall Bugatti Edition<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/129/670/3/S1296703/slug/l/desvall-vattenpipa1035-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/129/670/3/S1296703/slug/l/desvall-vattenpipa1035-1.jpg" width="289" /></a></div>
Otomobil üreticilerinin gündelik hayatta (hatta bazen pek de gündelik olmayan hayatta) kullanılan eşyaları kendi özel tasarımları ve markalarıyla ürettirmelerine alıştık. Porsche Design bu konuda başı çeken firmalardandı. New York'taki mağazasına gittiğimde yakın gözlüğünden darbeli taş matkabına kadar neredeyse herşeyi Porsche Design markasıyla ürettiklerini görüp dumur olmuştum. Sonradan alıştım tabi. Zaten sonradan neredeyse tüm lüks ve spor araba üreticileri bu sektöre girdiler, hatta kendi isimleriyle mağazalar açtılar. Biz de bu duruma alıştık.<br />
<br />
Her konuda olduğu gibi bu "gündelik yaşam aksesuarı" konudunda da 'az ama öz' prensibine bağlı kalan Bugatti öyle basit şeylerle uğraşmadan, doğrudan insanların keyif alacağı bir segmente giriş yapmış: Nargile! Tabi bizim cam nargilelerden biraz daha farklı, dışı tamamen karbon fiberden üretilmiş. Metal olması gereken kısımlarını da titanyumdan yapmışlar. Tamamının el yapımı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım, sonuçta bu bir Bugatti. Tabi Bugatti kendi fabrikasında nargile üretmiyor, bu özel nargileleri İsveçli Deswall firması üretmiş. Dumana bir etkisi olur mu bilmem, ama içerken çok havalı gözükeceği kesin. Tabi bu havalı görünümün bir maliyeti var. Bugatti'nin nargilesi 100,000$ fiyat etiketiyle satışa çıkacak. Üstelik, almak isteyenlerin elini çabuk tutması gerekiyor, çünkü Deswall bu nargilelerden sadece 150 tane üretmiş. Bir nargile için fiyatı aşırı yüksek, ama Bugatti hiçbir zaman "kitlelere hitap eden" bir marka olmadı, gelecekte de olmayacak.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/129/670/2/S1296702/slug/l/bugatti-details-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="http://www.blogcdn.com/slideshows/images/slides/129/670/2/S1296702/slug/l/bugatti-details-1.jpg" width="640" /></a></div>
<br />Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-53082675337909390222013-10-04T17:03:00.000+03:002013-10-04T17:03:07.390+03:00Windows'tan Mac OS X'e Geçiş<div class="p1">
Yakın zamanda masaüstü bilgisayarımın 'ağırlığını' kaldıramayıp bir dizüstü almaya karar verdim. Aldığım ürün Macbook Air 13 inç, aldığım ürün Haswell işlemcili, Intel HD5000 grafik işlemcisi, 4 GB RAM ve 128 GB SSD'ye sahip 2013 <a href="http://www.apple.com/tr/macbook-air/">model</a>. Satın alırken düşüncem hemen Windows kurup Mac ile beraber kullanmak vardı. Ama bir arkadaşımın tavsiyesi ile vazgeçtim ve bir süre Mac OS kullanayım dedim.</div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Sebebi sadece farklı olmak mı yoksa patent ihlaline karşı önlem mi bilmiyorum, ama birçok farklılık bulunuyor aralarında. Yani, görsel farklar dışında da farklılıklar çok. Windows'un pazarı domine etmesi dolayısıyla standart olarak Windows'u görüyoruz tabi ki. Ama Apple bu konuda birçok yardım sayfası vs. hazırlayarak kullanıcılarını 'standart dışı'nın kullanımına alıştırmaya çalışıyor. Bunlar arasında işime en çok yarayabilecek olanlar Windows alışkanlıklarını bırakma olarak listeledikleri bir grup e<a href="http://www.apple.com/support/macbasics/pctomac/">ğitim video ve yazısı</a>.<br />
</div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcYT3nugG60S3m5mBQLF2fCC7e-UmCPA4NndlzQtE_P13PFRFbLP4uO3ijTON547HGqFZ4eBx_UsIdyhSYnsmguRog-lM7ArGTwWowLqWm8782Zpp6nSAv2malhRO64gyFtYkGB94NUak/s1600/masau%CC%88stu%CC%88.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="" border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcYT3nugG60S3m5mBQLF2fCC7e-UmCPA4NndlzQtE_P13PFRFbLP4uO3ijTON547HGqFZ4eBx_UsIdyhSYnsmguRog-lM7ArGTwWowLqWm8782Zpp6nSAv2malhRO64gyFtYkGB94NUak/s640/masau%CC%88stu%CC%88.png" title="Masaüstünü sakin bırakmak Mac OS'un şartlarındanmış." width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Masaüstünü sakin bırakmak Mac OS'un şartlarındanmış.</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p5">
<br /></div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Tabi ki 10 yıldan uzun bir süredir Windows kullanıyorsanız ve bu süre içinde bilgisayarınızı yoğun olarak kullandıysanız, işiniz Apple'ın eğitim dökümanlarını öğrenmekten daha öte bir şeye kalıyor: alışkanlıklar. Alışkanlıklarınızdan dolayı yaptığınız/yapamadığınız şeyler, bilmeden yaptıklarınızdan/yapamadıklarınızdan fazla. "Windows kafası" ile düşündüğünüz şeyleri beklediğiniz yerlerde bulamamak da alışkanlıktan sonra gelen başka bir sorun, ki bunu da yine alışkanlık olarak değerlendirebiliriz. Benim bu geçiş sürecinde yaşadığım ufak tefek ama zaman zaman can sıkan problemler var tabi ki. Hala Windows'u da kullandığım için (başka bilgisayarlarda), bunlardan bazılarına çözüm bulmam/alışmam çok daha uzun süre alacağa benziyor. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Bahsettiğim bu problemlerden bazıları için benim bulduğumdan daha basit çözümler olabilir, veya benim bilmediğim bir yöntemi olabilir. Aslında, bunların neredeyse hiçbiri sorun değil, daha çok alışkanlıktan ileri gelen bazı sıkıntılar. İşte tam da bu yüzden, Mac'in eksikleri yazısı yerine, Windows'tan Mac OS'a geçişin hikayesi olarak bakılabilir buna.</div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Yaşadığım sıkıntılardan ilki, tuşların klavyedeki yerleri. Standart QWERTY klavyeye sahip bilgisayarımın harfler ve sayılar dışındaki tuşları benim için hala kafa karıştırıcı. Aşağıdaki fotoğrafta klavyenin genel dizilimini görebilirsiniz.<br />
</div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXRMw69GHgjyEg1AZXfCnnkHo3z46gddWORBt1PTnv5bwIExb5WTllpcbwf4-_bgkxBYIJtxFHEMGfxc-yAnhqNrpwDKKVF5L9cvcv2nbC74z22CsZbXMUp0o86O1sVADFwpxKDmyTXtk/s1600/klavye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="480" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgXRMw69GHgjyEg1AZXfCnnkHo3z46gddWORBt1PTnv5bwIExb5WTllpcbwf4-_bgkxBYIJtxFHEMGfxc-yAnhqNrpwDKKVF5L9cvcv2nbC74z22CsZbXMUp0o86O1sVADFwpxKDmyTXtk/s640/klavye.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Klavyem</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p5">
<br /></div>
<div class="p3">
Windows'ta kopyalama ve yapıştırma işlemlerini CTRL ve X, C ve V ile yapıyorduk. Klavyemde görebildiğiniz gibi, CTRL tuşu var (kntrl olarak kısaltılmış). Masaüstü bilgisayarımın klavyesinin CTRL tuşu en solda ve en altta idi. Fn tuşunu saymazsak, eski klavyedeki CTRL ile aynı yerde. Yani, aslında kopyalama ve yapıştırma işlemleri çok basit olmalı benim için. Ama maalesef öyle değil. Çünkü Mac OS'ta bu üç işlem KNTRL yerine CMD (Command veya Apple) tuşu ile yapılıyor. Bu sebeple, bazen seçtiğim yazıyı kopyalamaya çalışırken tamamının yerinde sadece "c" harfini, yapıştırırken de yazının olması gereken yerde sadece "v" harfini sık sık görüyorum. </div>
<div class="p3">
Klavye ile ilgili diğer bir sıkıntı ise, yine Mac OS'un kısayolları sebebiyle ortaya çıkıyor ve bir öncekinden çok daha sinir bozucu bir sıkıntı: Yanyana bulunan CMD ve ALT (Option tuşu olarak da biliniyor) tuşları ile Q'nun kombinasyonları yüzünden, e-mail adresimi yazmaya çalışırken tarayıcımı kapatmış olabiliyorum. CMD + Q ile programdan çıkıyor; ALT + Q ile '@' işaretini yapıyorsunuz. </div>
<div class="p3">
Başka bir sıkıntı ise, Delete tuşu. Delete tuşu yerine ne geldiği, Google'da Mac'te sağ tıklama nasıl oluyordan sonra arattığım ikinci şeydi. Fotoğrafta görebileceğiniz gibi, Windows klavyelerde alışık olduğumuz o Delete tuşu yok. Burası benim için biraz karışık. Eğer bir karakteri silmek istiyorsam, Fn+Backspace tuşları işimi görüyor. Eğer dosyayı silmek istiyorsam, bu kombinasyon CMD + Backspace oluyor. Karışıklık ise şurada başlıyor, eğer bir metin editöründe veya metin kutusunda CMD + Backspace kombinasyonunu kullanırsanız, o satırda imlecin bulunduğu yerin gerisinde kalan tüm yazıyı siliyor. Bu arada uzun süredir Mac OS kullananlar benim Backspace dediğim tuşa Delete diyor. </div>
<div class="p3">
Google'daki ilk aramam olan sağ tıklama işini ise, klavyedeki KNTRL ile birlikte tıklayarak yapabiliyorsunuz. Elimdeki bilgisayarda, iki parmağınızla tıkladığınızda da sağ tıklamış oluyorsunuz. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Tabi ki buradan, Windows'taki CTRL'nin çoğu zaman için Mac OS'ta CMD tuşu olduğunu fark etmek zor değil. Fakat sorun burada daha çok alışkanlıktan kaynaklanıyor. Çünkü, CTRL tam olması gerektiği yerde (Eski klavyemdeki yerinde) ve serçe parmağım ben kopyalamayı düşünürken çoktan o tuşa basmış oluyor. Neyse ki, Word çıkmadan önce kaydetmediğim verilerimin kaybolacağı konusunda beni uyarıyor. Tüm öğeleri seçerken ve birden çok öğeyi seçerken yaşadığım CMD - KNTRL - SHIFT tereddütünden ise hiç bahsetmeyeyim. Tüm bunların üstüne, bir de CTRL tuşunun her iki işletim sisteminde de bulunması, ama farklı işlevleri olması var.</div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Başka bir farklılık ise, pencereyi küçültmek, tam ekran yapmak ve kapatmak için kullandığımız tuşlarda. Windows ile Mac OS'un farklılıklarının tartışıldığı yerlerde, her zaman biri çıkıp "Ya işte o tuşları alıp sağa koymuşlar, Başlat menüsünü de üste almışlar" der. Fakat farklılık bundan daha fazla. Windows kullanıcısı için bu üç tuştan beklenildiği gibi çalışan tek tuş, küçültme tuşu (sarı). Windows'taki tam ekran butonu, pencereyi tam ekrana getirmek yerine, içeriğinin tamamının göründüğü minimum boyutlara getiriyor. Bu boyut için o pencerenin optimal boyutu deniyor. Kapatma tuşu ise, programı değil, o pencereyi kapatıyor ve program çalışmaya devam ediyor.</div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Hazır yeri gelmişken, programları kapatmak için neler yapmamız gerektiğinden bahsedeyim. Programları üç şekilde kapatabiliyoruz. Bunlardan birincisi, klavye konusundaki sıkıntılarımdan bahsederken yazdığım gibi, CMD + Q tuş kombinasyonu. Diğeri, üstteki menüde programın adına tıkladığımızda açılan menüden Çık seçeneğine tıklamak. Sonuncu seçenekte ise, eğer program Dock'ta ise, simgesine sağ tıklayıp (kntrl + tıklama) çıkan menüden Çık'ı seçmek. Program bu şekilde tamamen kapanıyor. Diğer türlü, yani pencerenin solundaki çarpı (kırmızı) simgesine tıklarsanız, çoğu program sadece penceresini kapatıyor. </div>
<div class="p3">
<br /></div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglRsFyDjd29cNdYJSm78MH0aCe8ahP6G1qWGRgJVWQ4kQOsWR4d-EoS1oD9M3TYtKclPPMwVmdbbn-mkhjIyhRhxUqcZuiSA1DuPFHGoA3ogiCvD2uwuSwnWWH_G3ozdtRCvfV-Qs0D58/s1600/c%25CC%25A7%25C4%25B1k%25C4%25B1s%25CC%25A7-doc.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="422" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglRsFyDjd29cNdYJSm78MH0aCe8ahP6G1qWGRgJVWQ4kQOsWR4d-EoS1oD9M3TYtKclPPMwVmdbbn-mkhjIyhRhxUqcZuiSA1DuPFHGoA3ogiCvD2uwuSwnWWH_G3ozdtRCvfV-Qs0D58/s640/c%25CC%25A7%25C4%25B1k%25C4%25B1s%25CC%25A7-doc.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Dock'a sağ tıklayıp çıkmak</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg48_EGr-EoYu5pdQKM4XoaNu1VMCTA7GisMa0FCwklah6-jxVAqVdl-x3KpEq0K9yIBmdkWQ3LaIO3cOQnVW0Wwj8juZHVOclhtGrT3msvv790yAL9VuWeTLaMtGDY5NddvuVWtQGLj5g/s1600/c%25CC%25A7%25C4%25B1k%25C4%25B1s%25CC%25A7-bar.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="526" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg48_EGr-EoYu5pdQKM4XoaNu1VMCTA7GisMa0FCwklah6-jxVAqVdl-x3KpEq0K9yIBmdkWQ3LaIO3cOQnVW0Wwj8juZHVOclhtGrT3msvv790yAL9VuWeTLaMtGDY5NddvuVWtQGLj5g/s640/c%25CC%25A7%25C4%25B1k%25C4%25B1s%25CC%25A7-bar.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Uygulamanın menüsünü kullanarak çıkmak</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p3">
<br /></div>
<div class="p3">
<br /></div>
<div class="p3">
Yaşadığım diğer bir sıkıntı ise, yine Windows'tan kalan bir alışkanlık. 4 GB üstü dosyaları FAT kabul etmediği için, tüm disklerim NTFS biçiminde. Mac OS ise, Microsoft'un lisanslı ve kodu kapalı olan bu dosya sistemine sadece okuma desteği veriyor. Bundan sonra tek bilgisayar olarak bu dizüstü bilgisayarımı kullanacağım için, bu er ya da geç bir sıkıntı yaratacak. Aslında Apple, Mac OS'un son iki veya üç sürümünde yazma desteği de veriyormuş, fakat bu destek kapalı olarak geliyor ve terminal uygulamasından bir dizi kod girerek kolayca açabiliyorsunuz. Fakat bu tavsiye edilmiyor, çünkü bu yöntemi kullanan birçok kişi NTFS bölümlerindeki verilerin bozulduğunu veya kaybolduğunu söylüyor. Aynı şey, NTFS-3G adlı ücretsiz uygulama için de geçerli. Bu uygulama hakkındaki genel görüş, ufak işler için yetebileceği, ama daha büyük ve önemli işler ve dosyalar için ücretli ve dolayısıyla daha iyi destek alabileceğiniz bir çözüm kullanmanın gerektiği yönünde. Bu konuda ise, iki alternatif var. Birincisi Tuxera adlı firmaya ait ve fiyatı yaklaşık 67 lira. Diğeri ise, Paragon firmasına ait ve fiyatı 30 Lira. Tuxera firması, NTFS-3G adlı programı geliştiren firma. Daha sonra kaynak kodlarını paylaşıp programın geliştirilmesini durduruyor ve ücretli bir sürüm için çalışmalara başlıyor. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Başka bir sorun ise, Microsoft Office ile. Her ne kadar ikisi de aynı firmanın elinden çıkmış olsa da, kullanıcılardan Mac ve Windows ortamında oluşturulmuş karmaşık dosyaların görüntülenmesinde sorunlar olduğuna dair bildirimler geliyor. Sorunun yazı tipleri ile alakalı olabileceği konuşuluyor. Fakat bu konuda tam bir açıklık yok. Kimisi yazı tiplerini değiştirerek sorununu çözebilirken, diğerleri Windows kullanan bir bilgisayarda dosyayı tekrar düzenlemek zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Bu her ne kadar insanın başına 100 dosyada bir gelecek bir durum olsa da, o dosya yüzünden işinizden olmanız veya tezin biçim kurallarının dışına çıkıp eksi puan almanız ihtimal dışı değil.<br />
</div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU-24CslJPGAGUPLkgcsolj9PuDuF25ciKUHRcugNiXghjtxH1rtni4Tz703gf5TysXYW81Ur_cg2ovZFMaDu_HxD4brkdqEry157yy_ealHN99bqT7hT8ga8aphnlw8ZM5kCi-0IzdPg/s1600/msoffice.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="520" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgU-24CslJPGAGUPLkgcsolj9PuDuF25ciKUHRcugNiXghjtxH1rtni4Tz703gf5TysXYW81Ur_cg2ovZFMaDu_HxD4brkdqEry157yy_ealHN99bqT7hT8ga8aphnlw8ZM5kCi-0IzdPg/s640/msoffice.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">MS Office Word for Mac OS X</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p5">
<br /></div>
<div class="p3">
MS Office'in Türk kullanıcılarına özel başka bir sorunu ise, Türkçe arayüzünün bulunmaması. Microsoft Office for Mac, Türkçe dilinde yok. Ama neyse ki, en azından Türkçe yazım denetimi mevcut. Bunun dışında, sık kullanılan bazı kısayollarda da değişiklikler mevcut. Şimdiye kadar rastladıklarım, en sık kullandığım kalın, altı çizili ve italik yazı biçimleri. Bunlar sırasıyla CMD + B, U ve I (Bold, Underlined ve Italic) şeklinde. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Her ne kadar büyük bir kolaylık sağlıyor olsa da, alışmakta zorluk çektiğim diğer bir konu ise, uygulama yükleme ve kaldırma yöntemi. Apple'ın uygulama marketini bir kenara bırakırsak, uygulamaları yüklemek için uygulamayı Applications klasörüne sürüklemeniz yeterli. İnternetten indirdiğiniz bir Mac OS uygulaması genel olarak dmg uzantılı olarak geliyor. Bu uzantı, dosyanın sıkıştırılmış bir uygulama dosyası olduğunu anlatıyor. Bu uzantıya sahip dosyalar ve bu dosyaları açmaya çalıştığında, Mac OS bir disk takmışsınız gibi davranıyor, ve ardından imajın türüne göre ya dosyayı bir klasöre atıyor, ya da kurmanız için size çeşitli kolaylıklar sağlıyor. </div>
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWVyfYAhSyzBz1WFALRN0kGWgh-cXO3LEhQ76csbDb2xboDo1u5Sw_vGbzfseMTXoNSGJMmiAvBypzW6jw6mrY51WwE0FQ64CaOEp10gzQx7ix5pi_Xs5vGugTvp8cxdnOlRIDq51aG1Q/s1600/uygulamayu%CC%88kle.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="422" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWVyfYAhSyzBz1WFALRN0kGWgh-cXO3LEhQ76csbDb2xboDo1u5Sw_vGbzfseMTXoNSGJMmiAvBypzW6jw6mrY51WwE0FQ64CaOEp10gzQx7ix5pi_Xs5vGugTvp8cxdnOlRIDq51aG1Q/s640/uygulamayu%CC%88kle.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Simgeyi yandaki klasöre sürükleyerek 'yüklüyoruz'</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p5">
<br /></div>
<div class="p3">
Yukarıdaki resimde, simgeyi Applications'ın üzerine, Applications klasörüne veya başka bir yere sürüklemem yeterli mesela. Uygulama klasörü, hemen o pencerede görünen klasör veya benim Finder'da (Explorer dengi) gördüğüm Uygulamalar klasörü olabilir Uygulamaları kaldırmak ise bunun tam tersi. Applications klasörüne (veya yüklediğiniz yer neresi ise oraya) gidip dosyayı bulup siliyorsunuz. Böylece uygulamayı kaldırmış oluyorsunuz. Bir Windows kullanıcısı olarak aklıma gelen ilk şey, programın (varsa) diğer yerlerde başka dosyalarının silinip silinmediği, silinmiyorsa da sistemi nasıl etkilediği sorusu oldu. Her ne kadar araştırmam sırasında birçok kişi bana çok ufak yerler kaplamak dışında bir şey yapmadığını söylese de, yine de bunların tamamen ortadan kalkması daha hoş olabilirdi. Ama bu konuda yazılımcılar boş durmamış ve uygulama kaldırıcı ve Mac temizleyici uygulamalar geliştirmişler. Ücretsiz ve ücretli, birçok seçenek bulunuyor. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Tabi ki, Microsoft Office gibi bazı uygulamalar yine kendi özel yükleyicileri ile birlikte geliyor. Bunları kaldırırken ya kendilerine özel kaldırıcılarını bulmalısınız, ya da yüklediğiniz imajı tekrar takıp bu sefer kaldırmayı seçerek devam edebilirsiniz.<br />
</div>
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="float: left; margin-right: 1em; text-align: left;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtkSwIbjGhX0UbssLSiwm5IYwQjfAxdNnL53JjdesXnumCb71lbN6Ks2IbvxbJYNSi-PKPLOqIBOov1Qos3BhxGMQVEDNKEgkqNQ_ulVx08RxMP1CaD5ddhCGpT5V-ezja-O-6SjOO2PA/s1600/uygulamayu%25CC%2588kle2.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="394" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhtkSwIbjGhX0UbssLSiwm5IYwQjfAxdNnL53JjdesXnumCb71lbN6Ks2IbvxbJYNSi-PKPLOqIBOov1Qos3BhxGMQVEDNKEgkqNQ_ulVx08RxMP1CaD5ddhCGpT5V-ezja-O-6SjOO2PA/s640/uygulamayu%25CC%2588kle2.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Windows'takine daha çok benzeyen yükleme şekli</td></tr>
</tbody></table>
<div class="p3">
<br /></div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Dosyaları açmak için üzerlerine tıklamanın bir zorunluluk olması ise yine alışmamın vakit alacağı başka bir şey. Normalde Windows'ta ara sıra fareye dokunmadan yön tuşları ile dosyanın üzerine gelip Enter'a tıklayarak dosyayı veya programı açabiliyordum. Ama Mac OS'ta dosyayı açmak için çift tıklama yapmak zorundasınız. Çünkü Enter tuşu ile, Windows'ta F2 ile yapacağınız işi yapıyorsunuz; dosyanın ismini değiştiriyorsunuz. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Mac OS'ta Windows'taki (en azından 8 öncesi) başlat menüsünden daha çok, iOS ve Android'deki bildirim çubuğuna benzer bir çubuk yer alıyor en üstte. Bu, bütün programlar için Windows'taki araç çubuğu işlevi görüyor. Bu yüzden kullandığınız uygulama ekranın tamamını kaplamadığı zaman, ekranın en üstünden menüleri yönetmek biraz ilginç geliyor. Bu çubuk, hiçbir program açılmadığı zaman, Windows'taki Explorer'ın karşılığı olan Finder'ın menü çubuğu görevini görüyor. Baştaki elma simgesi ile sistem hakkında bilgi almak ve sistem tercihlerini yapılandırmak gibi işleri yapabilirsiniz. Çubuğun sağ tarafı ise dediğim gibi, Android ve iOS'taki gibi sistemin çeşitli bilgilerine erişim sağlıyor. Bunlar arasında internet bağlantınız, ses, batarya durumu, tarih, bluetooth ve OS X Mountain Lion ile gelen bildirimler var. Caffeine ve Google Hangouts gibi bazı uygulamalar da buraya kendi simgelerini atabiliyor. Bende şu anda ilk ekran görüntüsünde gördüğünüz gibi, sırasıyla Google Hangouts, Dropbox, My Living Desktop ve Caffeinate uygulamalarının simgeleri var. Kahve simgesi Caffeinate Me uygulaması, yanındaki Time Machine (Mac OS'un yedekleme yazılımı), sonraki bluetooth, wifi, ses ve batarya simgeleri zaten tanıdık simgeler. Büyüteç Spotlight uygulamasına ait. En sondaki simge ise, bildirim merkezini açıyor. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Son olarak alışmakta sıkıntı çekmezsem de, günlük kullanım sırasındaki farklılıklardan biri olarak bahsedebileceğim Dock var. Windows'taki görev çubuğu ve programların pencerelerinin temsil edildiği simgeler (veya sekmeler) yerine, dock'taki simgeler var. Dock, aslında ikiye ayrılmış. Sol ve sağ taraf bir çubukla ayrılmış. Sol tarafta uygulamalar varken, sağ tarafta ise, çöp, indirilenler klasörü ve o an çalışan ve penceresi küçültülmüş uygulamaların pencereleri bulunuyor. Bu pencerelerin küçük hallerine tıklayarak da, sol taraftan uygulamanın simgesine tıklayarak da, çalışıyor olduğunuz döküman veya yazılımı açabiliyorsunuz. Dock'ta normalde bulunmayan uygulamaları açtığınız zaman bir simge sol tarafın en sonuna, yani sağa en yakın kısma ekleniyor. Programı kapatmadığınız sürece de orada kalıyor bu simge. Yani, pencereyi kapattınız ama programı kapatmadıysanız, simgeyi orada görebiliyorsunuz. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<div class="p3">
Başında da söylediğim gibi, gerek sadece ismen veya kozmetik manada, gerekse de fonksiyon bakımından Windows ile Mac OS X arasında daha birçok fark bulunuyor. Mesela Denetim Masası yerine Sistem Tercihleri olması ve EFI (BIOS)'un kilitli olması gibi. Bu yazıda bahsettiklerim, daha çok günlük kullanım sırasında karşılaşılabilecek farklılıklar ve sıkıntılardı. Bunların üstesinden gelmek ise, belki de sadece daha uzun süre kullanmaya bağlı. </div>
<div class="p4">
<br /></div>
<br />
<div class="p4">
<br /></div>
mesuthttp://www.blogger.com/profile/08748069859831517147noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-31359292474189785932013-09-10T11:53:00.000+03:002013-09-10T11:53:17.750+03:00PC ölüyor mu, yoksa biz mi öyle zannediyoruz?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www6.pcmag.com/media/images/372136-the-pc-is-not-dead-yet.jpg?thumb=y" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="200" src="http://www6.pcmag.com/media/images/372136-the-pc-is-not-dead-yet.jpg?thumb=y" width="200" /></a></div>
<span><span>Birkaç haftadır aklımda olan birşey vardı, bunu yazıya dökmek istedim. Biraz uzun olacak, sıkılmadan okuyacağınızı umuyorum. Hani sürekli "Klasik masaüstü PC artık bitti, PC
oyunculuğu öldü, artık laptop, tablet ve konsollar revaçta" gibi şeyler
söyleniyor ya, bu söylemlerin piyasada gözlemlediğim bazı durumlarla pek
örtüşmediğini farkettim. Şimdi hep birlikte DeLorean zaman makinemize
binelim, gittiğimiz yerde yollara ihtiyaç duyacağımız için mümkünse düz bir yola çıkalım, 88Mil/S hıza ulaşalım ve 13 sene önceye, yani 2000 yılına gidelim. </span></span>PC'nin zirve noktası, AMD Athlon işlemciler Intel'in Pentium'larıyla kapışıyor, Nvidia ekran kartları kapış kapış
gidiyor, yeni oyunlar çıktıkça sistem gereksinimleri artıyor, teknoloji çok hızlı ilerliyor. Herkes PC'de oyun oynuyor, oyun için bilgisayar topluyor. O
yılların büyük bilgisayarcılarından (teknoloji marketleri henüz yaygınlaşmamıştı, bilgisayarcılar popülerdi o zamanlar) birine girelim.<br />
<br />
- Merhaba.<br />
- Hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabiliriz?<br />
- Bana oyun faresi lazım.<br />
- Ne faresi?<br />
- Yüksek hassasiyetli, en az 1600DPI olması lazım. Tuşları özel
switch'li, bol tuşlu, 1000Hz polling rate destekleyen birşey yani.<br />
- Polling rate ne ya? Switch filan bilmiyoruz biz. DPI dediğiniz de
tarayıcıda olur, sakın siz yeni model Mustek tarayıcıları arıyor
olmayasınız? Fare istiyorsanız Microsoft'un fareleri var, bir de birkaç
tane Logitech var isterseniz.<br />
- Peki oyuncu klavyesi var mı? Mümkünse mekanik, Cherry switch olsa
daha da iyi olur. Işıklı olsun, hatta ışığı ayarlanabilir olsun. Makro
tuşları da olsun tabi bolca.<br />
- Dediklerinizi hiç anlamadım da, üzerinde birsürü multimedya tuşu
olan A4Tech klavyeler var. Sesi açıp kapatabilirsiniz tek tuşla. Sarayım
mı?<br />
- Neyse, onları sonra hallederim, birkaç donanım soracaktım.
Overclock yapacağım da, özel soğutmalı anakart ve ram arıyorum. Sıvı
soğutmaya uygun olursa süper olur.<br />
- Gigabyte'ın çift BIOS'lu kartı var, vereyim mi?<br />
- BIOS önemli değil, VRM'ler soğutuculu mu?<br />
- Neler neler? Üzerinde şöyle (madeni 1 lira kadar) bir soğutucu var. En üst model bu şu anda.<br />
- O beni kesmez. Peki bellek modüllerinde neleriniz var? Düşük gecikmeli, çift kanal çalışmaya uygun üretilmiş bellek var mı?<br />
- Bizde belleklerin hepsi aynı beyefendi. Kaç MB lazımsa ona göre
veriyoruz. Bir ara Kingston vardı, parası çok olana onu veriyorduk ama
pek satamadığımız için getirtmiyoruz artık.<br />
- Soğutucu yok mu bunlarda?<br />
- Ne soğutucusu? Bellekte soğutucu mu olur? İşlemci mi bu?<br />
- Peki oyun için mouse pad var mı? Özel kaplamalı, çift taraflı olsa
çok memnun olurum. Bir tarafı yüksek, diğer tarafı düşük hassasiyetli
olsun. Fare ayaklarını az aşındırsın, ileride ekstra ayak bulmak zor
olur.<br />
- Ne ayağı, ne tarafı be? Ne diyon sen hemşerim? S....r git, sabah
sabah asabımı bozma! A4Tech fareylen klavye neyine yetmiyor? Üstüne
başına bakıp adam sandık, sen bizlen t....k mı geçiyorsun? Yürü git,
başkasının kafasını ütüle...<br />
<br />
Sonu böyle bitmese bile diyalog böyle olurdu sanırım. Aradığımızı
bulamadığımız için boynumuz bükük, tekrardan biniyoruz zaman makinesine
ve 2013 yılına dönüyoruz. PC oyunculuğu bitmiş, artık kimse bilgisayar toplamıyor, herkes işini tablet veya ultrabook ile görüyor. Aynı bilgisayarcıya
tekrar gidiyoruz, aynı şeyleri istiyeceğiz.<br />
<br />
- Merhaba.<br />
- Hoşgeldiniz. Size nasıl yardımcı olabilirim? (bu adamı gözüm biryerden ısırıyor yav...)<br />
- Bana birkaç parça lazım, doğrudan size sorayım. İlk olarak mouse istiyorum bir tane. Şu oyunculara uygun modellerden.<br />
- Hay hay, bütçeniz nedir? Her bütçeye uygun model var. 20 liraya
Everest'ler var, ama çok tavsiye etmem. 50 lira civarına A4Tech var.
Bunlar fena değildir. 3500dpi sensörü var. Yine de bana sorarsanız
Logitech G500'den aşağısını almayın derim, bu mouse çok iyi. Tabi hızlı
oynuyorsanız Razer ve Zowie modellerini de tercih edebilirsiniz. Biraz
daha pahalılar tabi. Yeni gelen Gigabyte oyun fareleri var, onlardan da
verebilirim. Dün gelseydiniz Thermaltake vardı birkaç tane, bitti onlar.
Haftaya da Asus'un oyuncular için özel tasarladığı fareler gelecek.
Henüz deneme şansım olmadı ama güzel görünüyorlar.<br />
- Asus fare mi yaptı? Vay be...<br />
- Yapmaz mı, herkes yapıyor artık. Üst seviye isterseniz bir tek şu
Level 10 modeli kaldı Thermaltake'in, hani BMW ile ortak geliştirilen.
Biraz pahalı ama süper alet.<br />
- Çeşit çokmuş gerçekten de. Biraz düşüneyim ben. Peki oyun klavyesi var mı?<br />
- Olmaz mı? Onlarda da her fiyata ürün mevcut. Everest'i filan
geçiyorum zaten, onların standart klavyeden pek farkı yok. Logitech'İn
ürünleri fena değil, ama siz mekanik klavye istiyorsunuz sanırım.
Razer'ın şu modelleri güzeldir, bunun Türkçe olanı da var depoda. Şunun
tuşları biraz daha yumuşak ama sessiz. Bu da daha sert, basma hissi daha
güçlü. Eğer elleriniz terliyorsa Thermaltake'in fanlı klavyesinden
vereyim, hafif hafif üfler, avuçlarınızı kurutur.<br />
- İyiymiş ya, ben bu kadar çeşit olacağını düşünmemiştim.<br />
- Valla Türkiye piyasasında fazla çeşit yok zaten, biz de
bulabildiklerimizi satıyoruz. Hayranı olduğunuz bir oyun var mı? Bakın
şu klavyelerin özel desenlileri var. BF3 logolu olan var, şu da Diablo 3
temalı bir klavye.<br />
- Ben buna da sonra karar vereyim. Overclock için anakart...<br />
- Hangi markadan istersiniz? Asus'un tüm üst seviye serileri mevcut.
Bakın şu ROG serisinin yeni anakartı süper mesela. İsterseniz Sabertooth
da var. Bütçe önemliyse Asrock'ın Fatal1ty serisinden vereyim, o da
fena kart değildir. MSI veya Gigabyte düşünür müydünüz? Bakın şu
anakartlarda sıvı soğutmaya uygun heatsink var, size sadece hortumu
bağlamak kalıyor.<br />
- Maşallah, fiyatları da iyiymiş. RAM var mı peki?<br />
- Hangi hızda, kaç GB, ne marka, ne renk olsun? Şu Gskill'ler yeni
geldi, 1600MHz yazdığına bakmayın, overclock ile daha da hızlı
çalışabiliyor. Bunların kırmızı ve siyah modelleri mevcut, anakartınızın
renk temasına uygun olarak seçebilirsiniz. Kingston var ama pek
önermiyorum, çok sıradan kalır sizin gibi sıkı bir kullanıcı için.<br />
- Eee, alakasız kaçacak ama, mouse pad var mı?<br />
- Şunlar işinizi görmez mi? Bakın bunlar çift taraflı, bunların da
köşesinde ekstra hassasiyet bölgesi var. Şu da rutubet emici yüzeye
sahip. Nasıl bir desen tercih ederdiniz? Bakın şunlar lisanslı ürünler,
üzerlerinde Call of Duty serisindeki oyunların logoları var.<br />
- Ucuz olsun ya, bunlar çok pahalı.<br />
- Öyle demeyin, mouse pad çok önemli. Kablo tutucu istemez miydiniz?
Siz oyuna dalmışken farenizin kablosu elinize dolaşmasın, Razer'ın şu
ürünü (üzerinde 50 lira fiyat etiketi bulunan minicik bir kutuyu
göstererek) hem şık, hem de kablonuzu derli toplu tutar. Başka
markalarda da var isterseniz.<br />
- Ya o da biraz fuzuli olur sanki...<br />
- Kulaklığınız var mı peki? Bakın şu kulaklıklar oyuncular için özel tasarlandı, sanal surround sistemi var içerisinde.<br />
- Benim acele işim var, gidiyorum. Hayırlı işler...<br />
<br />
PC oyunculuğu ölüyor, masaüstü PC bitiyor, artık kimse overclock ile
uğraşmıyor, kimse PC toplamıyor... Bunlar bize farklı kanallardan
"itelenen" bilgiler. Nasıl oluyorsa, PC oyunculuğu ölürken PC için oyun
aksesuarı piyasası canlandıkça canlanıyor. Yeni firmalar giriyor bu
sektöre, mevcut firmalar da ürün çeşitlerini arttırıyorlar. Artık kimse
PC'de oyun oynamıyormuş. Herhalde insanlar 200 liralık fareleri
neticelerine takıyorlar, veya 300 liralık mekanik klavyelerle sinekleri
öldürüyorlar. Eğer insanlar PC'de oyun oynamıyorsa başka kullanım
yolları bulmaları gerekli, değil mi? Sonuçta alıyorlar bu ürünleri,
satılmasa bu kadar firma bu sektöre hücum etmez, tam tersine mevcut
firmalar birer birer sektörden kaçar.<br />
<br />
Donanım konusunda da durum pek farklı değil. Toplama PC olayı bitmiş,
masaüstü PC ölmüş, ama nedense Asrock gibi uygun fiyatlı anakartlara
odaklanmış bir firma bile özel overclock anakartları çıkartıyor. Büyük
firmalarda performans serisi anakartların sayısı standart modellerden
daha fazla. Ucuz da değil, şimdi bir anakart satılan fiyata eskiden
Celeron sistem toplanıyordu. Çıplak RAM bulmak zor artık, hepsi
soğutuculu. Eskiden bir bellek modülünün gecikme süresini öğrenmek bile
meseleydi. Şimdi ihtiyaca ve bütçeye göre her hızda, her dayanıklılıkta
ürün mevcut. Özel soğutuculu ekran kartları 13 yıl önce hayaldi. Ben
ekran kartı belleklerine heatsink taktığımda millet şaşırmıştı. Şimdi
voltaj regülatörlerini bile soğutan, ısı borulu özel soğutucular var.
İşlemci soğutucuları için de durum aynı. Athlon XP'ye 60mm fanlı bir
Cooler Master soğutucu almıştım da, arkadaşlar bakıp bakıp "abi manyak
bir şey" bu ya!" diyorlardı. Şimdi kapalı ve açık devre sıvı soğutmalar,
kalın ısı boruları, kocaman fanlar filan, coştukça coşuyor soğutucular.<br />
<br />
Bunlara daha çok örnek eklenebilir. Kasalar, sabit diskler ve
monitörler ilk aklıma gelenler mesela... Ben yazarım ama daha fazla uzatmak istemiyorum. Bu
kadar firma bu işlere giriyorsa, üstelik çeşitler sürekli artıyorsa bu
ürünler satılıyor, tüketiliyor demektir. Eğer durağan bir piyasa olsaydı
kimse girmezdi. Örneğin optik sürücü piyasası gerçekten durağanlaştı,
kullanan kalmadı. Artık yeni model filan görmüyoruz, hatta firmalar da
ufaktan çekiliyorlar. Eskiden Creative bile üretirdi, şimdi 2-3 marka
kaldı. Onlar da yakında bırakır üretimi.<br />
<br />
Ben oyun yapımcılarının, Microsoft'un, Sony'nin ve daha aklıma
gelmeyen bazı firmaların bu "ölüyor, bitiyor" dedikodularını kasıtlı
olarak yaydıklarını düşünüyorum. Evet, tabletler çıktıktan sonra her iş
için bilgisayar açmak zorunda kalmıyoruz. Evet, Apple şık tasarımlı ve kolay kullanımlı bilgisayarlarıyla PC'den çok kullanıcı çaldı. Evet, incecik ultrabook'lar
bazı kişiler için daha cazip görünüyor. Buna rağmen hala masaüstü
bilgisayar kullanan, overclock yapan, oyun oynayan önemli bir kesim var.
Bu kadar insanı yok sayıp sadece her yeni çıkan modaya uyan kesimi
toplumun geneli gibi göstermek bana pek dürüstçe bir davranış gibi
gelmiyor. O moda takipçileri belki PC'yi bırakmış olabilir, ama bu PC'yi
öldürmez.<br />
<br />
Bu blogun da yazarlarından olan dostum Ömer Öncü bu konuya "Eskiden arabalar çok komplikeydi, motor hakkında birşeyler bilmeden araba kullanılmıyordu. Şimdi durum böyle değil, kaputun nereden açılacağını bilmeyen insanlar da araba kullanıyorlar, eski komplike arabalar bitti. Bilgisayar sektöründe de aynı şey yaşanıyor şimdi." şeklinde bir yorum getirdi. Doğrudur, ama komplike arabalar bitmedi, sorunlu arabalar bitti. Yukarıda yazdığım şekilde dezenformasyonla bize itelenmeye çalışılan şey "Polo çıktı, artık Mercedes S serisi almaya gerek yok" durumudur. Arabalar eskisinden de daha komplike, ama daha az sorun çıkartıyorlar. Teknik bilgiye sahip olmadan da herkes her arabayı kullanabiliyor artık. Bilgisayarlar bu devrimi zamanında yaşadı zaten, hala da değişim devam ediyor. Eskiden dip switch ve jumper ile overclock yapardık, kurşun kalemle işlemcilerin çarpan kilitlerini kırardık. Şimdi çarpan kilidi kendiliğinden açık işlemciler satılıyor, overclock da grafik arayüzlü BIOS üzerinden kolayca yapılıyor. Minimum teknik bilgiyle işlemciyi %20-30 daha hızlı çalıştırmak mümkün.<br />
<br />
Neticede o 13 sene önceki "hareketli" PC sektörü ölmedi, belki biraz olgunlaştı ama yaşamaya devam ediyor. Bu gidişle kolay kolay da ölmeyecek zaten. Konsollar, tabletler, akıllı telefonlar filan harika aletler, "belirli" işleri gerçekleştirmek için ideal cihazlar. O "belirli" işlerin dışında kalan şeylerde ise çok kötüler maalesef. PC ise belki o kadar kolay kullanımlı veya pratik değil, ama her işi yapabiliyor. Bu yüzden sıkı kullanıcılar hala güçlü bilgisayarları tercih ediyorlar, konsol, ultrabook veya tablet onlar için ikinci / yedek cihaz oluyor.<br />
<br />
Tüm bunlar sizlere komplo teorisi gibi gelebilir, belki siz de bu yazıyı tabletinizden okuyorsunuzdur ve PC sizin için çoktan ölmüştür. Ben herkesin görüşlerini bilmek isterim, bu yüzden düşüncelerinizi yorum bölümüne yazmanızı rica ediyorum. Fazlasıyla uzun olan bu yazıyı okuduğunuz için de teşekkür ederim.<br />
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-69821201406695707512013-08-28T16:13:00.000+03:002013-08-28T16:13:18.004+03:00Nokia'nın tableti Sirius böyle mi olacak?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://cdn.wpcentral.com/sites/wpcentral.com/files/styles/large/public/field/image/2013/08/nokia_sirius_tablet.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="http://cdn.wpcentral.com/sites/wpcentral.com/files/styles/large/public/field/image/2013/08/nokia_sirius_tablet.jpg" width="640" /></a></div>
Birkaç senedir teknoloji dünyasının önemli bir bölümünü oluşturan tablet bilgisayar furyasına Nokia da katılmak üzere. Önceki gün internete sızan bu fotoğrafın Nokia'nın Sirius kod adlı tabletine ait olduğu iddia ediliyor. Nokia'nın Lumia serisi akıllı telefonlarında kullandığı tasarımın bu tablette de kullanıldığı kolayca anlaşılıyor. Renkli arka kapak ve yuvarlatılmış köşeler özellikle genç kullanıcıların ilgisini çekecek gibi görünüyor. Tabi bir tabletin popüler olması için kasa şıklığından fazlasına ihtiyacı var. Nokia Sirius Full HD, yani 1920x1080p çözünürlüğünde bir ekranla gelecek. Ekranda IPS tipinde bir panel kullanılacak. Haberin kaynağı olduğu iddia edilen kişiler Sirius'un ekranının güneş altında bile rahatça okunabilecek nitelikte olduğunu söylüyorlar. Snapdragon 800 yongaseti ve 2GB bellekle gelecek olan Sirius'un depolama kapasitesi ise 32GB olacak. MicroSD kart yuvası sayesinde bu depolama alanı büyütülebilecek. İşletim sistemi Windows RT olacak, bu pek iyi bir haber değil. Arka tarafta 6.7 megapiksel çözünürlüklü ve Zeiss lensli bir kamera olacağı, ön kısımdaki kameranın da 2 megapiksel çözünürlüğünde olacağı söyleniyor.<br />
<br />
Fotoğraftaki tabletin arkasında Verizon ve 4G logoları görülüyor, ama 3G destekli veya hücresel bağlantısı olmayan modeller de satılacaktır. Başlıkta da kullandığım "Sirius" ismi aslında bu tabletin kod adı, piyasaya çıktığında isminin Harmonia olabileceği belirtilmiş. Söylentileri yayanlara göre Nokia'nın tableti güncel iPad'le aynı fiyata, yani 499$'a satılacak. Fiyat bana yüksek geldi biraz, Windows RT gibi tablet dünyasının en az sevilen işletim sistemine sahip bir tablet ne kadar güçlü olursa olsun yüksek fiyatla tutmayacaktır. Bu ürün Nokia'nın ilk tablet denemesi değil aslında, daha önce de bir Linux türevi olan Maemo'lu bir küçük tablet denemeleri olmuştu, ama hiç tutmamıştı. Umarım Sirius da bu şekilde raflarda tozlanmaz. Nokia yeni tabletine aksesuar desteği de verecekmiş, hatta şimdiden klavyeli bir kapak hazırlamış. Tabi bunlar hep söylenti, bu bilgiler kısmen veya tamamen yanlış olabilir. Nokia'nın tabletinin 26 Eylül'de tanıtılması bekleniyor. O zamana kadar sadece söylentilerle yetineceğiz, inanıp inanmamak size kalmış.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2866905377681430647.post-32198446073863937812013-08-28T15:26:00.000+03:002013-08-28T15:26:00.656+03:00Analog saatten vazgeçemeyenlerin akıllı saati: Hyetis Crossbow<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://www.hyetis.com/wp-content/uploads/2013/08/CRSBOW_SPED.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="512" src="http://www.hyetis.com/wp-content/uploads/2013/08/CRSBOW_SPED.png" width="640" /></a></div>
Görünüşe göre 2014'ün modası akıllı saatler olacak. Küçük firmaların geliştirdiği örnekler zaten satılıyor, arada Sony ve Motorola'nın geliştirdiği birkaç ürün de gördük, ama yeterince etkili olamadılar. Önümüzdeki yıl ise Apple ve Samsung'un bu sektöre gireceği söyleniyor, bu durumda akıllı saat piyasası kızışacaktır. Tabi o piyasa ne kadar kızışırsa kızışsın, konu saat olduğunda "yelkovanlı - akrepli", yani analog saatlere meraklı kişiler akıllı saatlere hep burun kıvıracaklar. İşte yukarıdaki ve aşağıdaki çizimlerde gördüğünüz garip görünüşlü saat analog saat meraklılarını da akıllı saat cephesine çekebilecek bir ürün.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://cdn2.ubergizmo.com/wp-content/uploads/2013/08/hyetis.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="440" src="http://cdn2.ubergizmo.com/wp-content/uploads/2013/08/hyetis.jpg" width="640" /></a></div>
Hyetis firmasının ürettiği ve şekli yüzünden Crossbow ismini verdiği bu akıllı saat aynı zamanda analog saat olarak da iş görüyor. Üstelik, içinde öyle alelade bir quartz mekanizme kullanılmamış, 25 taşlı İsviçre üretimi bir makine tercih edilmiş. Bu sayede akıllı saatlerin en büyük handikapı olan pil ömrü sorununun (bir bakıma) üstesinden gelinmiş oluyor. Şöyle ki; otomatik makine pille bağlantısız olduğu için saatin pili bitse bile yelkovan ve akrep olması gerektiği gibi çalışmaya devam ediyor, yani saat pili bittiğinde de asıl görevi olan zamanı gösterme işini eksiksiz yapıyor. Pil sadece Crossbow'un "akıllı" özelliklerini çalıştırmaya yarıyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://b4tea.com/wp-content/uploads/2013/08/hyetis-crossbow_2.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="316" src="http://b4tea.com/wp-content/uploads/2013/08/hyetis-crossbow_2.jpg" width="320" /></a></div>
Hyetis Crossbow'un akıllı saat kısmının özellikleri diğer akıllı saatlerden çok da farklı değil. Bluetooth ile akıllı telefonlara (iOS, Android veya Windows Phone 8) bağlanabiliyor. Üzerindeki sensörlerden elde ettiği verileri telefona gönderebiliyor, benzer şekilde telefon ekranındaki önemli bildirimleri saat kadranında gösterebiliyor. Diğer akıllı saatlerde bulunmayan özelliği ise kamerası. Optik yakınlaştırmalı ve HD video çekebilen bir kamerayla donatılan Hyetis Crossbow'un çektiği görüntüler cep telefonuna aktarılıp paylaşılabiliyor. Bazı siteler kameranın 41 megapiksel çözünürlüğünde olacağını söylemişler, ama ben bu kısımdan biraz şüpheliyim. Önsipariş verenlere Aralık ayında gönderilecek olan Hyetis Crossbow önümüzdeki yılın başında mağaza vitrinlerinde yerini alacak. Bu kadar özellik birarada olunca fiyatı da biraz yüksek olacak tabi. Önsipariş fiyatı (ABD için) 1,200$, mağazalarda bundan biraz daha pahalıya satılması bekleniyor. Ülkemize gelirse (düşük bir ihtimal de olsa gelebilir) 2,000$ civarına satılır büyük ihtimalle. Şekli garip olsa da ben Crossbow'u beğendim. En azından benim gibi analog ve otomatik saat sevenleri de tatmin edecek bir ürün hazırlamışlar. O kadar para verip bir Crossbow alır mıyım bilmem, ama biryerlerde görürsem kurcalayacağım kesin.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/13933002615626556491noreply@blogger.com4