21 Nisan 2014 Pazartesi

Devletler sosyal ağları neden sevmezler?

Uzun süredir birşeyler yazmaya vakit bulamamıştım, bu yüzden takipçilerimden özür diliyorum. Bu sefer blogdaki alışıldık tarzda teknoloji veya otomotiv dünyasından ilginç bir haber yazmayacağım, bunun yerine son günlerde ülkemizde de yaşanan bir sıkıntıdan bahsedeceğim. Bilindiği üzere en popüler sosyal ağlardan Twitter ve popüler video sitesi Youtube geçtiğimiz yerel seçimler öncesinde bir süreliğine yasaklandı (daha doğrusu bu hizmetlere erişim engellendi). Tabi bu engellemelerin spesifik siyasi sebepleri vardı. Bunu zaten herkes biliyor, ama bir de devletlerin, özellikle de halkına baskı uygulayan devletlerin genel olarak bu sosyal ağlardan nefret etmeleri durumu var. Bizim devletimiz buna sadece bir örnek, ama dünya üzerinde benzer şekilde sosyal ağlara gıcık olan çok devlet / hükümet var. Doğrudan "muhalifler yazıyor ya aga, onları susturmak istiyorlar" demeden işin biraz daha detayına inmek lazım.

Şimdi; kafanızda "modern" bir ekonomi ve bu ekonomi içerisinde işleyen bir endüstri dalının üretim ve satış modelini canlandırın. Biz bu yazı içerisinde güzel bir örnek olduğu için süt ve süt ürünleri endüstrisinden bahsedeceğiz, ama aynı şey diğer ürünlerle de örneklendirilebilir. Bilindiği üzere süt inekten elde edilir, farklı işlemlerden geçirilerek süt, yoğurt, ayran veya farklı tipte peynirler halinde tüketiciye sunulur. Devletlerin pek sevdiği (ve bu yüzden türlü vergilerle halkı bezdirerek oluşturmaya çalıştıkları) endüstri modelinde sütü çiftliğinde inek yetiştiren köylü değil, holdingler tarafından yönetilen dev üretim tesisleri üretir. Bu tesislerde binlerce inek özel hazırlanmış gıdalarla beslenir, robotize makinelerle sağılır. Daha sonra elde edilen süt yine belirli standartlara göre işlenir, farklı ürünler olarak tüketiciye sunulmaya hazır hale gelir. Tabi tüketici gidip yoğurdunu, peynirini filan böyle dev fabrikalardan almaz. Bu yüzden ürünler yine dev holdinglerin sahibi olduğu büyük market zincirleri üzerinden halka satılır.

Devletlerin bu yöntemi benimsemelerinin sebebi herşeyi kontrol altında tutmak istemeleridir. Herkes kafasına göre büyük bir tesis kuramayacağı için zaten ülkede belli başlı birkaç tane süt üretim çiftliği / tesisi vardır. Benzer şekilde ürünleri satan market zincirlerinin sayısı da bellidir. Bunları kontrol altında tutmak kolaydır. Üstelik, gerektiğinde bunlarla anlaşma da yapılabilir. Devlet halka nasıl süt içirmek istiyorsa öyle süt içirir, halkın nasıl peynir yemesini istiyorsa öyle peynir yedirir. Standartlar belirlenir ve tüm üreticilere / satıcılara dayatılır. O büyüklükteki işletmeler zaten devletle ters düşmek istemediklerinden zaten mecburen kabul ederler bu standartları.

İçerik veya bilgi üretimi de süt üretiminden çok farklı değildir. Birileri üretir, işler ve birileri de bunu halka ulaştırır. Devlet himayesinde büyüyüp gelişen medya dünyası tıpkı yukarıda yazdığım süt endüstrisi gibi gelişmiştir. Yazarlar veya konuşanlar (üreticiler) bellidir. Benzer şekilde gazeteler, televizyon (veya radyo) kanalları veya yayınevleri (bunlar da dağıtımdan sorumlu marketler oluyor) de bellidir. Zaten günümüzde artık bunların çoğu birkaç büyük medya devine bağlı. Neyse, neticede bunları kontrol etmek zor birşey değil. Gerekirse herbirinin başına bir kontrol heyeti getirilir, ama ne olursa olsun bir şekilde bu yayın organları ve içerik üreticiler hizaya getirilir. Hiçbiri kafasına estiği gibi içerik sunamaz insanlara.

Tekrar süt endüstrisine geri dönelim. Şimdi kafanızda alternatif bir süt endüstrisi canlandırın. Pastörizasyon ve paketleme sistemlerinin küçülüp ucuzladığını, köylülerin kendi ahırlarındaki ineklerden sağdıkları sütü satabildiklerini düşünün. Üstelik, bu köylülerin zincir marketlere muhtaç olmadıklarını, sokak aralarındaki küçük bakkal ve marketler üzerinden ürettikleri süt ürünlerini halka ulaştırabildiklerini hayal edin. Her üreticinin ürünü farklı olabileceğinden piyasadaki ürün çeşitliliği artacaktır, bu da farklı zevklere sahip insanların daha fazla süt ürünü tüketmesine sebep olacaktır. Güzel birşey yani. Tabii ki arada bozuk süt satanlar da olacaktır, ama bu endüstri modelinin faydası zararından daha fazla olacağından halk tarafından daha fazla benimsenecektir.

Bu durumda devletin süt üretimini kontrol etmesi çok zor olur, çünkü piyasada çok fazla üretici ve satıcı olduğundan standartları uygulamak neredeyse imkansızdır. Her üreticinin üretimini veya her satıcının deposunu kontrol etmeye kadro yetmez. Dahası, devletin halkın (kendi düşüncesine göre) ideal beslenmesi için oluşturduğu formüller ve standartlar tamamen havada kalır. Mesela devlet çocukların (ileride hastalanmaları pahasına) hızla büyüyüp erken yaşta işçi olarak ekonomiye katılmalarını istiyorsa sütlerin protein ve kalsiyum oranlarını yüksek tutmak isteyebilir, bunu da yukarıda bahsettiğim sistemde uygulayabilir. İkinci sistemde ise bu mümkün değil.

Süt endüstrisinden içerik endüstrisine, yani medyaya dönelim şimdi. Sosyal ağlar (bu yazıyı okumakta olduğunuz blog da buna dahil) tıpkı kendi sütünü üretip satmak isteyen çiftçinin pastörizasyon ve ambalaj makineleri gibi kendi içeriklerini herkesle paylaşmak isteyen vatandaşa bunun için imkan sağlarlar. Sosyal ağlar yokken de düşünüyordunuz, ama düşündüklerinizi sadece yakın çevrenizle paylaşabiliyordunuz. Siz süper şeyler düşünseniz bile bundan hepi topu 15-20 kişinin haberi oluyordu. Şimdi sosyal ağlar var, güzel birşey yazdığınızda bir anda onbinlerce kişi okuyabiliyor sizin yazdıklarınızı.

Bunu sadece fikir üretimi olarak düşünmemek lazım aslında. Ne bileyim, siz çok güzel şarkı söyleseniz bile eskiden sadece eşinizin dostunuzun haberi olurdu. Şimdi bir video çekip Youtube'a koyarak sesinizi dünyaya duyurabiliyorsunuz. Tüm içerikler ciddi olmak zorunda değil. Kedi videosu da bir içeriktir, montajlanmış esprili bir fotoğraf da. Tüm bunları artık çok daha fazla kişiyle paylaşabiliyoruz, hatta gerçekten güzel birşeyse paylaşımlar daha da artıyor, "viral" olabiliyoruz.

İşte bu durum insanların sadece tüketiciyken bir anda "tüketirken bir yandan da üreten" olmasını sağlıyor. Kısacası, bilgi ve içerik üretimi artıyor. Üstelik; farklı tarzlarda ve daha kolay tüketilen (okunan, izlenen veya dinlenen) içerikler üretildiği için daha fazla insanın ilgisi çekilebiliyor. Mesela ömründe hiç gazetede köşe yazısı veya kitap okumamış birisi (uzun ve sıkıcı bulduğu için Türkiye'de çoğu kişi köşe yazısı veya kitap okumaz) en uzunu 140 karakter olan Twitter mesajlarını rahatlıkla takip edebiliyor. Üstelik baskı olmadığı için daha "özgürce" üretilen bu içerikler tıpkı doğal ortamda yetiştirilmiş ineğin sütü gibi daha "lezzetli" olabiliyor.

Tekrar başlığa dönelim. Devletler sosyal ağları neden sevmezler? Devletler halkın üretici olmasını istemezler de ondan. Devletler halkın sadece tüketmesini, üretimi ise kendi kontrolündeki belli başlı üreticilerin yapmasını isterler. Medya holdinglerine bağlı gazeteler ve televizyonlar sosyal ağlarda anonim hesaplardan yazan kişilere göre çok daha rahat kontrol edilir. Devlet için tablet laptoptan daha caziptir, çünkü tabletler ve telefonlar içerik tüketim araçlarıdır. İsteseniz de fazla birşey yazamazsınız. O cihaza bir klavye eklenince bir anda üretim cihazına dönüşür, daha detaylı şeyler yazabilirsiniz. Devlet halkı için indirme (download) hızı yüksek, yükleme (upload) hızı düşük internet bağlantısını ideal görür, çünkü yükleme hızı artarsa herkes kafasına göre video yüklemeye veya internet üzerinden radyo yayınına başlar. İndirmek tüketmektir, onun yüksek olmasının zararı yoktur. Hatta yüksek olsun ki millet daha fazla tüketsin, bu devletin işine gelir.

Siz siz olun, eğer gelecekte paslanıp birşey yapamaz hale gelmek istemiyorsanız mutlaka birşeyler üretin. Yazın, çizin, yorum yapın, tartışın. Görüşünüz ne olursa olsun bunu var gücünüzle söyleyin. Eğer bugün üretmezseniz yarın ineğini satmış köylü gibi fabrika sütüne muhtaç kalırsınız. Tüketin de elbet, ama sadece tüketmekle kalmayın. Sebeplerini araştırın, bulgularınızı paylaşın, fikirleri dinleyin, tartışın. Düşüncelerinizi (her zaman öyle gözükmese de) devletin kuklası olmuş medya devlerinin yönetmesine izin vermeyin. Biraz uzun bir yazı oldu, sanki sonunu da çok iyi bağlayamadım (diyorum ya, üretmeyince paslanmışım ben de), bu seferlik idare ediverin. Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkür ederim.

4 yorum:

  1. Eline sağlık. Özellikle upload hızı ~ üretim dengesi benzetmen ve okullarda şu anda öğrencilerin sadece okey oynamak için kullandıkları tabletlere yaptığın göndermen tam isabet olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel yazmışsın, lakin bu yazıyı okuyup anlaması gereken kişiler sence okuyacaklar mı, zira 140 karakterden fazla; diyelim okudular, taraf olmanın marifet olduğu günümüzde anlamak isteyecekler mi; çünki günümüzde insanların çoğu "benim tarafımdansa, ne halt ederse etsin görmezden gelirim" düşüncesine sahipler; pasif agresif psikoloji içerisinde haksızlığı savunabilirken, bir yandan da şamanvari müslümanlıklarıyla araplaşarak high moslim olduklarını zannediyorlar?!. Neyse...
    Velhasıl, facebookta paylaşmalı bu yazını.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumayacaklar, okusalar da anlamayacaklar. Okuyabilenler okusun, bana yeter.

      Sil