31 Mayıs 2010 Pazartesi

Dünya mahallesinin serserisi

Modern kültür artık ara sokaklarımıza bile işledi, bu yüzden çoğumuz "mahalle" kültürünü tam göremeden büyüdük. Yine de büyüklerimizden, filmlerden, romanlardan biliyoruz nazıl birşey olduğunu. Herkesin birbirini az çok tanıdığı, sıkı komşuluk ilişkilerinin olduğu mahalleler vardı eskiden... Bir de o mahallelerin serserileri vardı sayın okurlar. Bu adamlar canını sıkan, kendisine uymayan herkese çatar, bir şekilde rahatsız ederdi. Kadınlara kızlara laf atar, bakışlarıyla rahatsız ederlerdi. Erkekleri kabadayılıklarıyla, zorbalıklarıyla korkuturlar ve bastırırlardı. Bu magandalar kendilerince çok efendi gibi gözükürlerdi ama ahlakın zerresi yoktu onlarda. Küçükleri ezerler, büyüklere ise saygılı gibi dururlar ama işlerine gelmeyince "Hop babalık!" diyerek gerçek renklerini belli etmeye başlarlardı. Tüm mahalleli onlardan az çok nefret ederdi, nefret etmeyenler bile sevmez, rahatsız olurdu. Herkese karşıydılar çünkü, rahatsızlık vermek için ellerinden geleni yapardı bu berduşlar. Herkes rahatsızdı ama, kimse onlara karşı tek söz edemezdi, karşılarında dimdik duramazdı. Tüm insanlar "Aman bana bulaşmasın..." diyerek günü belasız geçirmeyi tercih eder, bu ayaklı sıkıntılara çare bulmaya korkardı. Nasıl adamları anlattığımı az çok anlamışsınızdır, mutlaka sizin de böyle bir figür vardır zihninizde.

Zorbalığın bayrağa, milli marşa ve para birimine sahip hali olan İsrail devleti bildiğiniz üzere ülkemizden hareket etmiş olan bir insani yardım gemisine saldırdı ve pek çok insanı öldürdü, daha çoğunu da yaraladı. İşte yukarıda bahsettiğim serseri karakteri var ya, onu bir daha gözünüzün önüne getirin sayın okurlar. Dünya bir mahalle ise o mahallenin insanlarını aktif veya pasif olarak her türlü rahatsız eden mahallenin zorbası İsrail'dir. Silahsız insanlara saldırmak tüm dünyada terör ismiyle anılır, İsrail terörü devlet politikası olarak benimsemiştir. Uluslararası sularda silahsız bir gemiye saldırarak kendilerini basit korsanlar kadar küçültmüşlerdir. Bu ilk değil, son da olmayacak. Bu zorba ülke dünyanın dört bir yanını bir şekilde rahatsız etmeye devam edecek. Acı olan ise büyük küçük tüm devletlerin "Aman bana bulaşmasın..." diyerek sinmesi, bu zorbalığa göz yummasıdır. Yazılarıma siyaset karıştırmak istemedim, hala da istemiyorum, ama bunu yazmadan duramadım sayın okurlar. Terörün dini, milleti olmaz, her tür terörü lanetlediğim gibi İsrail terörünü de lanetliyorum. Tek tesellim her kötülüğün mutlaka bir gün cezasını bulacağına olan inancımdır. Gün gelir bu zorbalar da hesap verir, çektirdiklerinin daha kötüsünü kendileri ve en sevdikleri çeker...

Birkaç gün ara...

Haftasonuna kadar sürecek kısa bir tatile çıkıyorum sayın okurlar. Yarın sabah 3 günlüğüne Londra'ya gideceğim. Hafif gidip gelmek açısından laptop götürmüyorum, bu yüzden yazılarıma döndüğüm zaman devam edeceğim. Şimdi "Zaten ne yazıyordun ki, neye ara verdin?" dediğinizi duyar gibiyim, ama döndüğümde umarım daha düzenli, daha kesintisiz bir şekilde yazacağım ve kaliteyi arttıracağım. Kazasız belasız bir hafta geçirmeniz dileğiyle...

28 Mayıs 2010 Cuma

Ne olacak bu memleketin hali?

Hep sorarız kendimize bu soruyu. Hem de muhtelif sebeplerden sorarız. Bazen ekonomik durum için, bazen geri kalmışlık yüzünden... Önceki akşam eve dönerken sokağa girdiğimde bozuk para karşılığı "gel abi gel, topla gel" hizmeti veren çocuk önüme atladı. Benim park yeri aramadığımı, zaten kendi bahçeme girdiğimi görünce biraz keyfi kaçtı. Ben apartmanın bahçesindeki kendi yerime yerleşmeye çalışırken sol tarafımdan "gel, gel" diyen bir ses duydum. Dikiz aynasına odaklanmış olduğumdan o tarafa bakmıyordum, panikle kafamı sola çevirdim. Az önce önüme atlayan velet karşımda duruyordu. Camı açıp orada ne işi olduğunu sorduğumda "Abi bozuk para var mı?" cevabını aldım. Bahçeye girmemesi gerektiğini sertçe söyleyip kovaladım veledi, "Sokaklar bitti bahçelere de mi el attınız?" diye bir soru ekledim sonuna. Velet utanmadan "Evet, her yer bizim!" dedi. Şimdilik masum, çocukça bir olay gibi görünüyor, ama çok ciddi bir sorun bu sayın okurlar. Bu çocuklar yarın büyüyecek, "var mı?" demeyecek, "VER!" diyecek. Kaybedecek hiçbirşeyleri olmadığından kimseden, hiçbirşeyden korkmayacaklar. Canlarının istediğini isteyecekler. Öyle birkaç tane de olmayacaklar, çok kalabalık olacaklar. Hepimizi haraca bağlayacaklar. Bu çok taraflı bir sorun, kimi kötü ekonomiyi, kimi toplumu, kimi çarpık kentleşmeyi sorumlu tutacaktır. Neresinden bakarsanız bakın, bu bizim sorunumuz. Bizden başkası da çözmez bu sorunu. Şimdi "selpak lazım mı abi?" diyen çocuklar 10 sene sonra bıçağını göstererek "sökül!" dediğinde bir çözüm düşünmek için çok geç kalmış olacağız. Gerekirse birilerinin canı yanmalı, ama gelecekte huzurlu yaşamak istiyorsak bazı önlemler alınmalı. Sıkıcı bir yazı oldu belki, ama maalesef gördüğüm gerçekler bunlar...

27 Mayıs 2010 Perşembe

Depolamada devrim: Seagate Momentus XT - Hibrit sabit disk

Geldi, gelecek dediler... Hem yüksek kapasite ve performans, hem de uygun fiyat sunacak dediler... Bekleyiş sona erdi sayın okurlar! Katı hal (SSD) depolamayla klasik manyetik depolamayı biraraya getiren Seagate Momentus XT sonunda piyasaya sürüldü. 2,5" büyüklüğünde (yani laptop diski ebatlarında) gelen bu disk 32MB önbelleğe ve 4GB flash tabanlı katı hal hafızaya sahip. Dakikada 7200 devir hızında çalışan bu disk sık erişilen dosyaları katı halli depolama alanında saklayarak genel kullanım performansını arttırıyor. Hem de öyle böyle bir artış değil bu, Momentus XT görünüşe göre şimdiye kadar ev kullanıcıları için üretilmiş en hızlı disk sayılan Western Digital Velociraptor'dan bile daha hızlı. Genel performsa bakıldığında mavcut katı halli disklerden "birazcık" daha yavaş olan hibrit disk, Momentus serisinin kendinden önce gelen disklerine fark atıyor. Güç tüketimi açısından da SSD türü disklere daha yakın duruyor Momentus XT. Böylece taşınabilir bilgisayar kullanıcıları hem yüksek performansın keyfini pil ömründen feragat etmeden sürebilirler. Şimdilik ülkemizde satılmayan Seagate Momentus XT Kuzey Amerika'da 250GB, 320GB ve 500GB kapasiteleriyle piyasaya sürülmüş. Fiyatları ise sırasıyla 113$, 132$ ve 156$ seviyelerinde. Benzer kapasiteye sahip klasik rakiplerinin fiyatlarının aşağı yukarı iki katı olan bu fiyatlar ilk başta yüksek görünebilir, ama hız rekoru kıran SSD'leri zorlayan performansı ve herkese yetecek kapasitesi bu fiyat farkının karşılığını fazlasıyla veriyor. Umarım bu teknoloji kısa sürede yaygınlaşır ve buna benzer diskler kullanan dizüstü bilgisayarları raflarda görürüz.

25 Mayıs 2010 Salı

Nerede beleş oraya yerleş - LCG Slick

Hep Windows uygulamalarını tanıtacak değilim ya, size bu sefer de mobil bir uygulamadan bahsetmek istiyorum. Yazımın konusu olan Slick bir anlık mesajlaşma programı. Mobil yazılım sektörünün deneyimli firmalarından Lonely Cat Games tarafından yazılmış. MSN, Yahoo, ICQ, AIM, Google Talk ve Jabber platformları üzerinde sohbet imkanı veren yazılım Facebook üzerinden mesajlaşma özelliğine de sahip. Slick sohbet geçmişlerini telefonda tutabiliyor, "emoticon" denen yüz ifadelerini gösterebiliyor. Dosya gönderimi ve alımı da desteklenen özelliklerden. Yani, neredeyse bilgisayardaki kadar rahat mesajlaşma imkanı sunuyor.

Slick oldukça hızlı çalışıyor, bunun sebebi de verimli kaynak kullanımı ve hafif görsel arayüz. Görsellikten önce işlevsellik ve performans düşünülmüş, arayüz oldukça sade. Pencere geçişleri hızlı, pil kullanımı da rakiplerine göre düşük. Telefonunuza fazla yük getirmeden muhabbetinize uzun süre devam edebilirsiniz. Slick'in en beğendiğim özelliklerinden birisi de güncellemeleri yazılım içerisinden kontrol edip indirebilme özelliği. Böylece kolayca yeni sürümleri kontrol edip her daim güncel kalabilirsiniz. Normalde tüm Lonely Cat Games yazılımları ücretlidir, ancak Slick şu an geliştirme aşamasında. Bu yüzden de ücretsiz olarak kullanıcılara sunuluyor. Beta da olsa ben şimdiye kadar herhangi bir sorunla karşılaşmadan kullandım. Desteklenen platformlar ise Symbian S60 ve Windows Mobile. Ben Symbian versiyonunu (hem 9.3 hem de 9.4) kullandığım bu uygulamayı telefonundan sohbet ağlarına bağlanmak isteyen herkese tavsiye ediyorum. Aynı anda pek çok hesaba bağlanabilmesi, sisteme fazla yüklenmemesi ve ücretsiz olmasıyla her telefonda bulunması gereken uygulamalar arasına girmeyi hakediyor. Slick hakkında daha fazla bilgi almak ve yazılımı indirmek için şuraya tıklayabilirsiniz.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Olmaz demeyin, bu da oldu: Cenaze motorsikleti

Hani derler ya, "motorsiklet onu mezara götürdü" diye... İşte bu olayı tam anlamıyla gerçekleştirmek artık mümkün. Yeni Zelanda'lı (eskisinin yerini bilen var mı?) tasarımcı Mike Price üşenmemiş ve motorsiklet meraklılarının son duraklarına ulaşmaları için bu ilginç cihazı yaratmış. Pek hızlı gideceğini sanmıyorum ama zaten hızlı gitmek için yapılmamış. 1,35 litrelik bir Harley Davidson motoruna sahip olan cenaze motorsikleti tabut dahil 200 kilogram ağırlık taşıyabiliyor. O süslü tabutların ağırlığını bilemem taşıma kapasitesi çoğu mefta için sorun olmayacaktır. Düzgün gidebilmesi için iki kişi tarafından kullanılması gerekiyormuş. Ayrıca, komplike bir hidrolik sistem sırasında motorsikletin yüksek ağırlığa rağmen dengeli gitmesini sağlıyor. Benzer bir hidrolik sistem de "hedefe" varıldığında tabutun kolayca indirilmesini sağlıyormuş. Herşey düşünülmüş yani. Garip, çoğu için saçma, yine de ilginç bir tasarım olmuş. Kimseden destek almadan tek başına bu tasarımı hayata geçiren Mike Price'ı kutlamak gerek. Bizim ülkemizde bu motorsikleti asla göremeyeceğimiz kesin. Bir kere mat yeşil bu alete hiç gitmez, ayrıca imamın oturacağı bir yer yok. Motorsiklet kullanan imam bulmak ta kolay olmasa gerek. Mezara bile havalı bir şekilde gitmek isteyen vatandaşlarımız daha farklı yöntemler aramak zorundalar...

21 Mayıs 2010 Cuma

Audi'den gelecek vizyonu

Yanda gördüğünüz bebek yeni Audi A8. Şimdi onu anlatmaya kalksam yazının tamamını kaplar. Benim bahsedeceğim şey ise tamamen farklı birşey. Audi bu yeni modeliyle birlikte dokunmatik ekranlı "araç bilgisayarı" sistemine hafiften geçiş yapıyor. Firma yöneticilerine göre ileride arabalarımız için internet üzerinden uygulamalar indirebilecekmişiz. Çoğu kişi bunu ilk duyduğunda bahsedilen uygulamaların cep telefonlarında çalışanlara benzer oyunlar veya iletişim - navigasyon gibi işleri halledecek yazılımlar olduğunu düşünmüştü. Audi bu konuya açıklık getirdi, onların bahsettiği uygulamaların bizim düşündüklerimizle alakası yokmuş. Yenilikçi Alman firmasının gelecek için çok farklı planları var...

Audi'nin bahsettiği uygulamalar arabalarımızın aksesuar seçeneklerini belirleyecek. Üretim ve stok maliyetlerini düşürmek amacıyla araçlarda opsiyonel olarak sunulan bazı özellikler tüm arabalarda standart olacak, ama yazılım yoluyla kapatılacak. İster arabayı satın alırken bunları açtıracağız, istersek te daha sonra internet üzerinden gerekli ücreti ödeyerek bu özelliğe sahip olacağız. Mesela, tüm araçlarda standart olarak GPS donanımı bulunacak, ama bazılarında yazılımla engellenmiş olacak. Sadece GPS için ödeme yapan kişilerin araçlarında bu özellik çalışacak. Multimedya sisteminin yetenekleri, hatta bazı konfor aksesuarları bile (koltuk ısıtma gibi) bu uygulamaların sistemde olup olmamasına bağlı olarak çalışacak veya çalışmayacak. Böylece bazı konularda tek tip üretim yapılarak üretim ve geliştirme süreçleri sadeleştirilecek, ucuzlatılacak. Ayrıca hem fabrikada hem de bayilerde stok maliyetleri azalacak, çünkü sırf aksesuar farklarından dolayı aynı arabanın pek çok çeşidi elde bulundurulmak zorunda kalınmayacak. Bunun haricinde, müşteriler satın aldıkları arabalara aksesuar eklemek istediklerinde servise gitmek zorunda kalmayacaklar, sadece araçlarından Audi uygulama sitesine girecekler, istedikleri uygulamayı seçip yüklenmesini onaylayacaklar. Hem üretici, hem dağıtıcı, hem de tüketici açısından avantajlı bir durum yani. Bu güzel sistem 2020 yılına doğru Audi (ve tahminen tüm Volkswagen grubu) model bantının geneline yerleşecekmiş. Benim şimdilik gördüğüm tek kusur yazılımın kırılarak herşeyin ufak bir ücret karşılığında (veya tamamen ücretsiz) açılması ihtimali. Belki o zamana kadar bunu da aşıp sistemi daha güvenilir hale getirirler. Bence harika bir proje. Yenilik böyle olmalı, herkese fayda sağlamalı.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Bunları herkes dinlemeli

Evet, çok iddialı bir söz, ama bu şarkılar bunu hakediyor. Doğa İçin Çal isimli proje dahilinde kaydedilen iki video klip tam anlamıyla ruhumu okşadı. Türkiye'nin dört yanından projeye katılan müzisyenler yeteneklerini doğa için sergilemişler. İki muhteşem şarkıyı her türden müzisyen (ilk videoda 45 sanatçı çalmış, ikinci videoda ise 91 sanatçı hünerini gösteriyor) kendi tarzlarına göre yorumluyor. Bazıları profesyonel, çoğu amatör olan bu yetenekler çok iyi bir iş çıkarmışlar. Buradan kendilerine teşekkür ediyor ve bu videoları olabildiğince çok kişiye izletmenizi rica ediyorum. Videolar aşağıda, projenin ana sayfası için de şuraya tıklayabilirsiniz.

Doga icin cal ! / Divane Asik Gibi - Official Video from Doga icin cal on Vimeo.



Doga icin Cal 2 / Uzun ince bir yoldayim - official video from Doga icin cal on Vimeo.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Post - Postmodern Pazarlama

Benim gibi iktisadi - idari bilimler fakültesinden mezun olanlar mutlaka üniversitede pazarlama dersi görmüşlerdir. Bunun haricinde, zaten çoğumuz pazarlamayla iç içe yaşadığımızdan biraz biraz bu konuda bilgi sahibiyizdir. Genel olarak, çoğumuzun bildiği pazarlamanın asıl adı modern pazarlamadır. Buna göre tüketicilerin ihtiyaçları belirlenir ve üretilecek (veya satılacak) ürünler bu ihtiyaçlara göre şekillenir. Mesela, tüketici yakıt masraflarının artmasından şikayet ediyorsa daha küçük motorlu arabalar üretilir, veya tüketici cebine daha rahat sokabileceği bir telefon istiyorsa telefon kasaları küçültülür. Herşey tüketiciye bağlıdır, çünkü malı alacak olan odur ve onun kim olduğu, nasıl yaşadığı, tercihleri önemlidir. Uzun süre geçerli olan bu anlayıştan sonra postmodern pazarlama anlayışı geldi. Bu anlayışa göre de benzer düşünceler geçerliyken, işin içine marka ve logo bağımlılığı gibi şeyler girdi. Günümüzde genel olarak benimsenen (veya benimsenmeye çalışılan) anlayış ta budur. Şimdi tamamen yeni bir pazarlama anlayışı ortaya çıkıyor. Henüz bir isim verildi mi bilmiyorum, ama ben şimdilik buna post-postmodern pazarlama diyorum. Keyfime göre ultramodern, süpermodern de diyebilirim, ismi ben uyduruyorum çünkü.

Bu yeni anlayış tüketiciye bakışı tamamen tersine çeviriyor sayın okurlar. Yukarıda bahsettiğim gibi, modern pazarlama anlayışında tüketicinin istekleri, ihtiyaçları, yani kimliği önemliydi. post-postmodern pazarlama anlayışında ise tüketicinin kim olduğu değil, kim olmak istediği önemli. Tüketicinin ihtiyaçlarına bakmaya gerek yok, çünkü başarılı olunursa zaten ihtiyaç kendiliğinden yaratılıyor. İşin özünde insanların olmayı hayal ettikleri, ama olamadıkları kişiler var. Rol modelleri, asla ulaşılamayan hayaller, ileride olmak istenen kişi, özenilen gerçek veya gerçekdışı karakterler burada büyük rol oynuyor. Aşağıdaki birkaç örneği okursanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz sanırım.
  • Tüm başarılı işadamları gibi sen de bu telefonu kullan. BlackBerry, veya benzeri tam klavyeli telefonlardan bahsediyorum. Bunları alanların kaçı gerçekten 24 saat şirketiyle mail bağlantısında olması gereken kişiler? Çoğu bırakın telefonu, bilgisayardan bile postalarını düzenli kontrol etmiyorlar.
  • Macera tutkunumusun? O zaman sen de bu arazi aracına binmelisin. Herkes mutlaka bunun için bir sebep uydurabilir, ama arazi aracı kullananların kaçı gerçekte maceraperest? Kaçı o arazi araçlarıyla dağa tepeye çıkıyor veya doğaya karışıyor?
  • Macera tutkunumusun? O zaman bu ekstra sağlam telefon / saat / bot / vs. tam sana göre. Yukarıdakinin bir alternatifi de bu. Hatırlarsınız, bir ara su geçirmeyen, şoka dayanıklı cep telefonları vardı. Normal telefonun üç katı büyüklüğündeydiler. Aynı şekilde kalın, takoz gibi maceraperest saatleri, botları gibi pek çok aksesuar da şehrin dışına hiç çıkmamış kişiler tarafından tercih edildi. Şehirde macera yaşıyorlarsa başka tabi...
  • Hız tutkunlarına / Pilotlara / Dalgıçlara / Denizcilere özel bu saat tam sana göre. Harbi mi? Kaçımız pilot? Kaçımızın spor arabası var? Kaçımızın yatı marinada bağlı duruyor? Kaçımız derin dalışta rekor kırmaya niyetli? Yapmayın Allah aşkına. Her saat markasının bu dediğim özelliklere sahip serileri var. Saatler güzel, ona birşey demiyorum ama sanki bu bahsedilen kişiler için üretilmiş gibi davranmalarına hastayım.
  • Sen de çılgın bir müziksevermisin? Bu telefon tam sana göre. Tahmin etmişsinizdir, iPhone ve benzeri müzik odaklı telefonlardan bahsediyorum. Hakkaten müziksiz yaşayamıyor mu bunların kullanıcıları? Telefonun üzerinde özel "play" tuşu olmazsa müzik krizine girdiklerinde menüleri gezerken daralıyorlar mı?
Bu örnekler saymakla bitmez, bunlar sadece birkaçı. Size belki garip ve aşırı gelebilir, ama etrafınıza bakarsanız bu sistemin git gide yerleştiğini göreceksiniz. Artık tüketiciye birşey sormak yok. Tüketiciye "şöyle şöyle ol" demek var. Tüketici isteğine göre ürün yaratılmıyor, tüketici ürüne göre şekillendiriliyor. İnsanlar normalde hiç ihtiyaçları olmayan birşeyi sırf onu kullananları havalı buldukları için satın alıyorlar. Ömrü boyunca hiç önemli mail almamış bir kişi kendisini uluslararası çalışan bir işadamı gibi hissetmek için BlackBerry alıyor. Görünüşüne (ve göbeğine) bakıldığında beton - asfalt ikilisinin dışına hiç ayak basmamış ve basmayacak olan bir adam dağcı botları, dalış bilgisayarlı saat ve herşeye dayanıklı telefon satın alıp hayallerini okşuyor. Örnekler çok, ama ben daha fazla uzatmak istemiyorum.

Bu sisteme geçiş yapamayan firmalar kendi pazarlarında gerilemeye başladılar. Bunu başarıyla uygulayanlar ise krize rağmen yüksek satış rakamlarına ulaşıyorlar. Pazarlama hocaları kabul eder mi bilmem ama, bu post-postmodern pazarlama artık literatürde yerini almalı. İletişimin iyice hızlandığı günümüzde artık insanlar kendilerinden de memnun değiller. Neredeyse herkesin "aslında olmak istediği başka birileri" var. Bu geçici birşey de değil, insanlar asla o hayallerindeki kişi olamayacaklar. Bu yeni pazarlama anlayışını benimseyen firmalar da bu hayallerden faydalanarak kendi ürünlerine özel tüketici grupları yaratacaklar, tüketimi pompalayacaklar. Markalardan çok o markaların temsil ettiği karakterler öne çıkacak. Bir karakteri olmayan markalar da silinip gidecek... Sıkıcı oldu ama, son günlerde aklıma takılan birşeydi. Okuduğunuz için teşekkür ederim. İyi akşamlar...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ford Fiesta Lamborghini Gallardo'yu geçer mi?

Bunun çok saçma bir soru olduğunu düşünebilirsiniz, ama durum o kadar da basit değil. Lamborghini'nin ne olduğunu bilen herkes bu soruya "Tabii ki hayır!" cevabını verecektir, ama (en azından bazı durumlarda) bu cevap yanlış. Düz yolda haliyle köşeli İtalyan arabası küçük Ford'un canına okuyor. Fiesta henüz ne olduğunu anlayamadan Gallardo pisti tamamlıyor. Bu kadarını hepimiz tahmin edebiliriz zaten. Peki bu dengesiz rakipler keskin dönüşlere sahip bir pistte kapışırsa kim kazanır? Aşağıdaki eğlenceli videoyu izleyerek öğrenebilirsiniz. Her ne kadar fukara tesellisi gibi gözükse de, Fiesta'nın sunduğu (ve Lamborghini'nin sunamadığı) pratiklik arabasını gündelik işlerde kullananlar için büyük önem taşıyor. Herkese iyi eğlenceler...

14 Mayıs 2010 Cuma

Darth Vader işsiz kalırsa ne olur?

Tüm parasını yatırdığı Ölüm Yıldızı isyancılar tarafından patlatıldıktan sonra işsiz güçsüz ve beş parasız kalan Darth Vader derinden gelen güçlü sesini kullanarak para kazanmak istemiş. Navigasyon sistemleri piyasasının büyüklerinden olan TomTom'da yeni projesi için karanlık tarafın karizmatik liderini işe almış. Yeni çıkacak TomTom navigasyon cihazlarında sesli yönlendirme komutlarını istediğimiz kişinin sesinden duyabilecekmişiz. Seçebileceğimiz kişiler arasında Star Wars karakterleri de olacakmış. İşin içine Star Wars karakterleri girince, haliyle en popüler karakter Darth Vader da reklam yıldızı oluyor. Aşağıdaki video sesli yönlendirme komutlarının stüdyoda nasıl kaydedildiğini gösteriyor. Herkese iyi eğlenceler...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

3M Precision Mousing Surface incelemesi

Bazıları optik veya lazer teknolojili farelerin ihtiyaç duymadığını düşünse de, ben her durumda mouse pad kullanma taraftarıyımdır. Bu incelememin konusu olan ürün her zaman yanınızda gezdirebileceğiniz bir mouse pad olan 3M Precision Mousing Surface. İsmini "hassas fare kullanım yüzeyi" şeklinde tercüme etmek mümkün. Pek çok özelliği olan bu ürünü benzerlerinden farklı kılan özelliği pratik olması. Resimlerde de gördüğünüz üzere, 3M Precision Mousing Surface neredeyse bir kağıt inceliğinde. Boyut olarak ta aşırı büyük olmayan bu mouse pad'i ister notebook, ister netbook ile çanta içerisinde rahatlıkla taşıyabilirsiniz. İnce ve hafif oluşu size ekstra bir yük hissettirmeyecektir. Taşınabilir bilgisayarınızı herhangi bir masanın üzerinde fareniz ile kullanmak istediğinizde tek yapmanız gereken bu ufaklığı çantadan çıkarıp yerleştirmek. 3M Precision Mousing Surface inceliği ve pratikliği haricinde sahip olduğu teknolojiyle de kaliteli farenize yardımcı oluyor. Ürünün üst yüzeyi düzenli bir dokuya sahip. Bu doku farenizin rahatça hareket etmesini sağlıyor, sürtünme oldukça düşük. Dokunun düzenli olması özellikle optik ve lazer fareler için önemli. Yüzeyi tarayarak hareket yönünü belirleyen bu fareler için taradıkları yüzeyin düzgün olması önem taşıyor. 3M Precision Mousing Surface bu konuda oldukça iddialı, tırtıklı plastik yüzeyiyle standart kumaş yüzeyli ürünlere göre daha fazla hassasiyet sunuyor. Özellikle yüksek hassasiyet gerektiren işlerle uğraşıyorsanız bunun ne kadar önemli olduğunu bilirsiniz. Bu ürünün doğruluğundan emin olmadığım, ama üreticinin iddia ettiği bir özelliği daha var. 3M'e göre bu mouse pad kablosuz farelerin pil ömrünü uzatıyormuş. Bu özelliği normal yoldan ispatlamak imkansız, ancak kablosuz farenin güç girişine bir akım ölçer bağlanarak doğru olup olmadığı görülebilir. Bu imkan da bende olmadığı için bir yorum yapmak istemiyorum. Ürünümüzün üreticisi oldukça güvenilir bir firma olan 3M. Endüstrinin devlerinden olan 3M firmasını çoğumuz kırtasiye sektöründeki pratik ürünleriyle tanır. Bu ürünün bir de silikon bilek destekli bir kardeşi var. Çantada taşınmaya pek uygun olmayan silikon bileklikli mouse pad masaüstü kullanıcıları için tasarlanmış. Benim tavsiyem, eğer masaüstü bilgisayarla çalışıyorsanız bu silikon destekli ürünü tercih etmeniz. Bilek desteği gerçekten işe yarıyor. 3M Precision Mousing Surface maalesef ülkemizde her bilgisayar mağazasında bulunmuyor. Almak istiyorsanız büyük kırtasiyeleri araştırmalısınız. Ortalama 20TL karşılığında bu pratik ve faydalı fare yüzeyine sahip olabilirsiniz. Özellikle yüksek hassasiyetli farelerle oldukça iyi anlaştığını da belirtmeliyim. Eğer taşınabilir bilgisayarınızı trackpad yerine fareyle kullanmayı tercih ediyorsanız bu ürünü denemenizi şiddetle öneririm.

Çok parası olup, harcayacak yer arayanlara: Scuderia One

Kendi markasını taşıyan her tür ürünle hayranlarını şımartmayı seven Ferrari, saat konusunda daha önce üzdüğü hayranlarını bir kez daha sevindirir gibi yaptı. Logosunu taşıyan saatleri daha önce Panerai firmasına ürettiren Ferrari, bu birlikteliğin bozulması sonucunda bir süredir meraklılarına yeni saat modeli sunamıyordu. Görünüşe göre, yüksek teknolojiye sahip hızlı arabalarıyla bilinen İtalyan firması saat piyasasına farklı bir bakış açısıyla geri dönmeye karar vermiş. Ferrari ünlü saat tasarımcısı Jean-Francois Ruchonnet ile anlaşmış ve bu anlaşmanın ürünü de yanda resmini gördüğünüz (ilginç) saat olmuş. Üretici olarak ta İsviçreli Cabestan saat atölyesi seçilmiş. Klasik akrep - yelkovan sistemi yerine tourbillon (atan kalp demek oluyor) mekanizmasının dikey çalışan bir versiyonunu kullanan Scuderia One, hareketin aktarımı için de dişli yerine zincir kullanıyor. Karbonfiber gibi modern malzemelerin kullanımına da ağırlık verilmiş. Teknik özellikleri bir yana, bu saati özel yapan şey sadece 60 adet üretilecek olması. Satın almak için bir Ferrari otomobil sahibi olmanın şart koşulduğunu da eklemek isterim. Fiyatı mı? Birşey değil canım... Sadece 300.000$. Tipi garip dursa da, "kolda taşınan Ferrari" sıfatını fiyatıyla hakediyor doğrusu. Modernlik te bir yere kadar sayın okurlar. Ben saat konusunda klasiklerden şaşmamak taraftarıyım. Ferrari istediğini yapsın, istediği ustaya tasarlatıp istediği atölyede ürettirsin, ben yine de Rolex Daytona diyorum. Hem her marka spor arabayla da kullanılır. Bir kol saati yüzünden Aston Martin'inize binememek üzücü olacaktır, değil mi? Yazımı başlıktaki kelimelerle bitiriyorum: çok parası olup, harcayacak yer bulamayanlara...

7 Mayıs 2010 Cuma

Zamane çocuklarına oyuncak: PadRacer

Çocukken belki siz de oynamışsınızdır raylı pist üzerinde giden küçük arabalarla. Tek başınayken pek zevk vermeyen bu oyuncaklar, rakibiniz olacak birini bulduğunuzda eğlenceli dakikalar geçirtebiliyordu. Ecnebilerin Scalextric dediği bu sistem akıllı yazılım geliştiriciler sayesinde elektronik ortama aktarılmış. Apple iPad üzerinde çalışan bu oyunu yönetmek için iki adet te iPhone veya iPod Touch gerekiyor. iPhone (veya iPod) üzerindeki hareket sensörleri sayesinde iPad ekranında pist üzerinde yarışılıyor. Apple iPad hala ülkemizde resmi olarak satılmıyor, zaten hem iPad hem de iPhone sahibi olan kişi sayısı da şimdilik fazla değildir. Yine de güzel düşünülmüş, ilgi çekicibir uygulama. PadRacer'ın kısa oynanış videosunu aşağıda izleyebilirsiniz.

Nerede beleş oraya yerleş - AppRemover

Uzun süredir burada yazılım tanıtmıyordum, çünkü özellikle dikkatimi çeken birşeye rastlayamamıştım. Tesadüfen denk geldiğim küçük bir yazılım beni uzundur rahatsız eden bir dertten kurtarınca, onu burada tanıtmaya karar verdim. Bahsettiğim yazılım AppRemover. Beni kurtardığı dert ise sistemden kaldırılamayan AdAware. Appremover sadece tek bir işi yapmaya odaklanmış: sistemden kaldırılamayan güvenlik yazılımlarının zorla kaldırılması. Güvenlik amacıyla olsa gerek, ister antivirüs olsun, ister malware - trojan tarayıcı olsun, güvenlik yazılımları sisteme fazlasıyla yayılmaya eğilimlidir. Bu tip programları sistemden tek seferde kaldırmak her zaman kolay değildir. Benim derdim de buna benzer birşeydi sayın okurlar.

Zamanında AdAware 2007 kurmuşum, o da artık düzgün çalışmaz olmuş. Bir kayıt defteri hatası yüzünden kaldıramıyorum, yenisini de kuramıyorum, kafayı yiyorum sayın okurlar. Bir şekilde dikkatimi çeken AppRemover'ı indirip denedim. Kurulum gerektirmeyen ve oldukça küçük olan (3,6MB) yazılım, kusurlu AdAware kurulumunu kısa bir taramadan sonra buldu, biraz daha uzun süren bir işlem sonucunda da kaldırdı. Ben yine de emin olamadım, "acaba yeni versiyon AdAware kursam yine kurulumda sorun yaşarmıyım?" dedim ve taze indirdiğim AdAware 8,2'yi sisteme kurdum. Hiçbir sorun yaşamadım, demek ki AppRemover başarılı olmuştu. Her gün veya her hafta işinize yaramayabilir belki, ama bilgisayarınızda güvenlik yazılımı varsa (ki zaten mutlaka olmalı), bu programcığın da elinizin altında olmasında fayda var. AppRemover'ı indirmek için şuraya tıklayarak ana sayfaya gidebilirsiniz. Yazılım tamamen ücretsiz ve kurulum gerektirmiyor. Bakarsınız sizin de bir sıkıntınızı çözer AppRemover...

4 Mayıs 2010 Salı

Mecburiyet caddesi...

Bu terimi Erzurum'da çalışan bir arkadaşımdan duymuştum. Gezip dolaşmak için koca şehirde tek bir cadde bulunduğundan, zaten tüm ihtiyaç duyulanların aynı cadde üzerinde bulunmasından dolayı arkadaşım oraya "mecburiyet caddesi" diyordu. Dışarı çıkmak, alışveriş yapmak, keyifli vakit geçirmek istiyorsa oraya mecburdu çünkü, gidilebilecek başka adres yoktu. Pek çok ilimizde benzer bir durum geçerlidir, konu Erzurum'la sınırlı değil. Bu başlığın yazacaklarımla ana fikir haricinde bir bağlantısı yok, ben yine teknolojiden bahsedeceğim.

Zaten farkında olduğum, ama gözüme batmayan bir gerçek, arkadaşlarımdan birinin bana "korkarım ki Macbook alacağım" demesiyle beni iyice rahatsız eder oldu. O göze batmayan şey yüzüme çarptı yani. Piyasa (hem de sadece bilgisayar piyasası değil, tüm piyasalar) gitgide standartlaşıyor sayın okurlar. Bazı sektörlerde bu oluşum neredeyse tamamlanmış durumda. İnsanların talepleri belirli kalıplar içine sokulmaya çalışıyor, tüketiciye gerçekten seçenek sunmak yerine birbirinin aynı ürünlerle müşterilere seçenek sunulur gibi yapılıyor. Neticede siz satın almak isteyip te alternatifleri incelediğinizde çok az sayıda gerçek seçeneğiniz olduğunu farkediyorsunuz.

Yeniden olayı başlatan o söze dönelim. Arkadaşım neden Macbook almak zorunda kalıyordu ve neden bunu istemeyerek yapıyordu? Apple kullanıcısı arkadaşları kızdırmak istemediğimi baştan belirteyim, burada taraf tutmuyorum. Arkadaşım mevcut dizüstü bilgisayarı eskidiği için yeni dizüstü satın almak istiyor, ama bu alışverişte önemli bir kıstası var. Arkadaşım 13,3" büyüklüğünde ekrana sahip bir laptop satın almak istiyor. İşi gereği çok seyahat ettiğinden ve tüm işlerini dizüstü bilgisayarı vasıtasıyla gördüğünden, bu bilgisayar onun için oldukça önemli. Satın alacağı cihaz hem rahat taşınabilmeli hem de makul performansa sahip olmalı. Daha büyük ekranlı bilgisayarlar zor taşındığı için, daha küçükler de performans fakiri olduğu için arkadaşım 13,3" ekranlı bilgisayarların kendisi için ideal olduğunu düşünüyor. Sorun da burada başlıyor işte, maalesef ülkemizde belli başlı standart özelliklerin dışına çıkan bir bilgisayar bulmak oldukça güç. Biraz pahalı da olsa, bu ekran boyutlarında en iyi özellikleri Apple Macbook sunuyor, ama o da Apple olduğundan... Neyse anladınız işte... :)

İnternet üzerinden yaptığım araştırmada arkadaşımın şikayetinde haklı olduğunu gördüm. Tüm ithalatçılar "körün değneği gibi" bazı standartları bellemişler, bunların dışına çıkmıyorlar. Herkese 15,6" ekranlı bilgisayarlar veya 10,1" ekranlı netbooklar satmak istiyorlar. Özellikler de birbirine yakın, aynı bilgisayar on farklı markayla satılıyor, seçenek listesi kalabalık görünüyor. Farklı birşey (mesela daha fazla ram, daha güçlü ekran kartı veya konumuzda olduğu gibi daha farklı büyüklükte bir ekran) istediğinizde olumsuz cevap alıyorsunuz. Aynı şey netbooklar için de geçerli, şu an Türkiye'de satılan netbookların neredeyse hepsi tıpatıp aynı özelliklere sahip. Daha performanslı veya farklı ürünler getirmek ithalatçı firmaları korkutuyor. "Bu özellikler tuttu, bunlarla devam edelim." zihniyetiyle üşenmeden aynı aletin farklı renklerini getirmeye devam ediyorlar. Pek çok kişinin beklediği Asus 1201N veya diğer markaların benzer özelliklere sahip modelleri aylardır gelmedi, gelmiyor mesela. Forumlarda insanlar bu ürünleri tartışıyor, beklediklerini, ithalatçıyı aradıklarını söylüyorlar ama hiçbir gelişme yok.

Tüm insanlar aynı değildir, farklı şartlara ve farklı ihtiyaçlara sahip olabilirler. Milyonlarca kişinin farklı farklı ihtiyaçlarını sadece birkaç çeşit ürünle karşılamaya çalışmak 50 yıl öncesinin Sovyetler Birliği kafasıyla düşünmekten başka birşey değildir. Eğer bir ithalatçı firma bir markanın distribütörlüğünü aldıysa biraz riske girmeli, sadece en hızlı satılan ürünleri değil, farklılık yaratacak alternatif ürünleri de ülkemize getirmelidir. Tüketicilere de oldukça önemli bir görev düşüyor, insanlar gerçekten beğenmedikleri bir ürünü başka alternatifleri olmadığı için satın almamalılar. Tüketiciler lışveriş yapmadan önce biraz araştırma yapıp gerçekten ihtiyaçları olan ürünü belirlemeliler, gerekiyorsa ithalatçıyı arayıp isteklerini bildirmeliler. Mecburiyet caddesinden ara sokaklara sapmalıyız artık, hepimiz aynı kaldırımda yürümek zorunda değiliz...